Hafta bittiğinde, hafta sonunun gelişiylle birlikte gebelik takvimizde de bir koca sayfayı daha çeviriyoruz. Birinci perdenin sonuna doğru yaklaşıyoruz artık. Dışarıya çok yansıtmasak da heyecanımız gittikçe artıyor. Sadece heyecanımız mı, kaygılarımız, korkularımız, tereddütlerimiz de…
Deniz’in ayakları ve ayak bilekleri kocaman oldular. Ovunca, hareket edince, yürüyünce, serin uş yapınca filan rahatlıyorlar… Ama yine de kocamanlar. Hafif bir “oyun hamuru” durumu da var. Parmaklarımı deniz’in ayaklarına bastırdığımda izi aklıyor. Sonra yavaş yavaş yok oluyor izler.
Kızımız kıpır kıpır… Artık ayakları nerde, poposu nerde çok daha hakimiz konuya; zaman zaman ayaklarını itmece oynuyorum, elimle ayaklarını (veya ayağını) itiyorum, o da çekiyor başka bir yere koyuyor, sonra tekrar itiyorum… Annesi kızana kadar devam ediyoruz. (Veya ben tek başıma devam ediyorum, emin değilim)
Deniz son bir haftadır, “Hamileliğin 37. Haftasında Deli Gibi Yorulursam Ne Olur?” konulu tezi üzerinde çalışıyor. Son on günde bütün ev temizlendi, duvarların silinmesinden, evden torbalarca ıvır zıvır atılmasına kadar. Evdeki herşeyin ama aklınıza gelebilecek herşeyin tozu alındı, tüm evden baştan yerleşti. Ayakta duramayacak kadar yorulsa da bir erken doğum durumu yok. (Başka türlü ara vermeyecek çünkü Deniz) Gördük ki yorgunlukla erken doğumun alakası yok. :)
Kızımızın odası geldi, kuruldu, yerleşti. (Pırıl pırıl temizlendi) şu anda havalanmakta. Bakarsınız bir ara daha detaylı bahseder, resimlerini de koyarım buralara bir yere…
Deniz’in karnı artık daha da kocaman. Kızımız annesinden biraz daha önde yürüyor artık.
– Kızımız artık “olmuş” durumda, dışarı çıkmaya karar verirse kimse onu tutmayacak.
– Bazı koordinasyon yetenekleri gelişmiş durumda, eliyle birşeyleri kavrayabilir durumda mesela.
– İçerde kortizon üretiyormuş kızımız, ciğerlerin havayla solunuma geçmesi için gerekliymiş bu.
– Lanugo denen tüyler çıkmıştı veledimizde; şimdi de dökülmeye başlamışlar…
– Hıçkırığa benzer nefes egzersizleri sıklaştı
– Işığa da tepki vermeye başlamış. (Henüz denememiş olsak da)
Günün genel kültürü: Hani göbek bağı diye bir mevzu var ya, anneyle bebek arasında bulunan, bebeğin beslenmesini, oksijen almasını vb. sağlayan, anneden bebeğe doğru bir hortum… Hani bebek doğduktan sonra kesilir, sonra bebekte kalan parça bir süre sonra kendiliğinden düşen (ve hatta bazı teyzeler tarafından yıllarca saklanan – bakınız benim teyzem- veya çocuğumuz okusun adam olsun denilerek bir üniversite bahçesine filan gömülen… Evet; göbek bağı kesilirken ne anne ne bebek hiçbirşey hissetmezmiş, göbek bağında sinir bulunmazmış. Sinirsiz bir kordon yani…