Her yıl baba kız belli sayıda kamp yaparız; neredeyse hepsi Alpay’ın rehberliğinde gidilen KampaGidelimMiBaba organizasyonuyla olur. Bir iki kere baba kız biz bize tercihan Turuncu ile Şile-Ağva civarlarına gideriz.

Son iki senedir ise her hafta sonu Z.nin yüze antremanı olduğundan gittiğimiz kamp sayısı ikiyi geçemez oldu. O da olur da yüzme olmazsa ya da Z’nin bir manisi olursa filan (bkn. Göz iltihaplanması filan)

Bu sene ise; daha Mart ayından hem Z hem de ben kaşınmaya başladık kamp zamanı gelse diye. Benim kaşıntım ondan da beterdi çünkü yaklaşık 10 senedir motosiklete binsem de bu sene gaza gelip (hem de büyük bir gaza) dağa tepeye çıkabileceğim; uzun yola gidebileceğim yeni bir motora terfi ettim.

Sadece bununla da kalmayıp motosikletle kamp yapabilecek şekilde kamp malzemelerimi de ufaltmaya ve daha hafif ve kompakt hale getirmeye başladım. Aslına bakarsanız 13-14 senelik kamp yapma geçmişimde malzemelerimi gittikçe ufaltıyorum. Sanırım biraz ters oldu; insanlar gençliklerinde sırt çantalı kamplara gidip yaşlanınca karavana geçerken ben 20’li yaşlarımda bir camper/motokaravan alıp sonra yaylalara otomobilli ve çocuklu kampa giderken çadıra geçip şimdi artık motosikletli kamplar için tek kişilik çadır, ufak mat ve uyku tulumuna geçmiş oldum. (Belli oldu; uzun yazı olacak bu, uyarmadı demeyin)

Z ile bu sene sadece daha önce de gittiğimiz Çiğdem Yaylası’na gidebildik 19 Mayıs’ta; ki gördüğümüz en kalabalık kamplardan da biri oldu. Ben 37 çadır saydığımda kamptan ayrılanlar olmuştu. Kampın bana kalırsa tek eksiği henüz bizle kampa gelemeyecek kadar küçük olan B. idi ki ablasına sorduğumda “Bence seneye bizle rahat rahat kamplara gelir” tespiti kesinlikle önümüzdeki senenin kamp hayallerini kurdurmaya başladı. Bizim en sonunda katıldığımız kamp KampaGidelimMiBaba’nın bu sezonki son yayla kampıydı. (Sırada Dedetepe, Kaçkarlar ve Bozcaada kampları var) Bu bahsi geçen yerlere gitmeyen ve yaylaların tadı damağında kalan sadece biz olmadığımızdan ivedilikle bir “paralel kamp” oluşumu kurulması tabii ki çok işimize geldi. Ancak okul bitse de yüzme antremanları devam ediyordu.

Uzatmayayım; son iki üç haftadır paralel kamp ekibinin devam ettirdiği yayla kampları ağzımı sulandırsa da denk getirip de katılamamıştım. Bu hafta sonu ise B. Annesiyle tatildeyken Z’nin de annesiyle Datça yoluna çıkması sebebiyle fırsata gözü kapalı ve balıklama atladım. Motorumu aldığımdan beri beklediğim kampa gidecektim. Hatta hafta içinden günübirlik bir iş seyahati için de İzmit Akmeşe’ye; TEM’den gidip Kandıra Ağva Şile üzerinden dönerek ufak çaplı bir prova yapmıştım. Ki planlarda bir aksilik olmasa bayram tatilindeki küçük bir Ege Turu için de bu hafta sonu bir prova olacaktı. (Dedim size yazı uzun olacak, baksanıza kampı bırak daha yola bile çıkamadım)

Kamp için belirlenen Yayla, Düzce sınırlarından çıkıp da Bolu sınırlarına geçer geçmez bulunabilecek; Abant’ın çok yakınında fakat Abant kadar popüler olmayan Sinekli Yaylası idi.

Sinekli Yaylası 12 ay yaşayanların da olduğu, bir kaç (şahane) çeşmesi ile buz gibi suya sahip çevresinde pek çok yürüyüş ve off-road parkuru olan bir yayla. Üstelik çevresindeki ağaçlıkların altında kamp kurulabilir durumda dolayısıyla yaz için ideal bir doğal gölgeliğe de sahip. (Öyle bir gölgelik ki 17.00 sonrasında güneşte durmak hala mümkün değilken gölgede de tişört ve şortla üşünüyordu)

Gördüğüm kadarıyla üç ana güzergahtan yaylaya ulaşmak mümkün ki ben bu hafta sonu ikisini denedim:

a) İstanbul, İzmit, Sakarya, Düzce Merkez’den dağa dönüp Samandere Şelalesi üzerinden Sinekli Yaylası (buradan gittim)

b) Abant’a gider gibi gidip Abant’a gelmeden 2 kilometre önce sağa dönerek 2km sonra Sinekli Yaylası’na varmak (konforlu seçenek ki buradan döndüm; aşağıdaki harita da bu yolu gösteriyor)

Screen Shot 2016-06-30 at 12.37.20

c) Sakarya’dan sonra Akyazı’dan TEM’den ayrılıp Akyazı, Mudurnu, Abant üzerinden Sinekli Yaylası… Dönüşte çok yorgun olmasaydım denemek istediğim rota buydu aslında. Artık bir dahaki sefere…

Sinekli Yaylası, İstanbul’a yaklaşık 260km uzaklıkta. (B’deki güzergaha göre) Eğer bi 10km kadar toprak yol sizin için dert değilse ilk yol daha kısa ve Düzce’nin yeşilliklerinden geçmek ve Samandere Şelalesi’nde kahvaltı etme opsiyonu sebebiyle de çok daha keyifli. (Hadi artık çıkalım yola)

Ekibin geleni 7.00 civarında yola çıkıp 9 – 9.30 civarında Samandere Şelale’sinde kahvaltı planlamış olsa da çocuklu iken 7.00 olmasa da 8.00’de çıkmayı becerebilirken yalnız olunca 7.00’de kalkıp ancak 10.00’da yola çıkabildim. O da mıy mıy mıy bir vaziyette.

Motosikletle yolculuk dünyanın en keyifli şeylerinden birisi olsa da yaklaşık 50-60 dakikada bir mola vermeniz motorun üzerinde inip biraz vücudunuzu açmanız biraz hareket etmeniz lazım. Hele de TEM gibi çok sıkıcı bir yol kullanıyorsanız kesinlikle molalara dikkat etmek lazım.

20160625_111544-01İlk molayı memleket İzmit’in sırtlarında verdim; üşenmeyip körfez manzaralı bir iki fotoğraf da çektim. Fotoğrafta da görülebileceği gibi kamp konforumdan ödün vermeyip arkaya bir adet kamp sandalyesi bağladım. Dikkatli gözler kaçırmayacaktır; üç koca motor çantasına sığamayıp bir de ufak çanta başladım ayrıca arkaya.

İkinci molayı Hendek civarında “yöresel ürünler” marketine tav olduğum bir dinlenme tesisinde verdim. Her ne kadar peynir, yumurta ve köy ekmeği gibi önemli gıda alışverişimi Düzce’ye bırakmış olsam da uzun süredir arayıp da bulamadığım isli örgü peynirini burada buldum; şahane bir bazlama ekmeğiyle birlikte peynirimi de alıp motorun arka çantasına attım.

Bir sonraki durak Düzce’nin içi oldu. Geçen seneki bir kampa giderken tesadüfen önünde durduğum peynirciyi bu sene bulmakta zorlandım (Reklam: Kuzular Peynircilik) Zor olsa da pes etmedim ve geçen sebe çok sevdiğim Abhaza Peyniri’nden yine aldım; yanına yumurta, ekmek, isli çerkez peyniri de ekleyip biraz zorlayarak da olsa motorun arka çantasına tıktım. Benzin deposunu da Düzce’nin içinde doldurup , son olarak bir kilo salatalıkla birlikte yola çıktım. Ver elini Samandere Şelalesi.

Samandere Şelalesi’ne çıkan yol yeniden asfaltlanmış ve şahane olmuş. Derenin yanından inanılmaz jeyifli bir yolculukla yukarı çıkıyorsunuz. Pek çok şahane fotoğraf fırsatını “zaten çok geç kaldım” diyerek elimin tersiyle ittim ve durmadım. (Diğer adıyla üşengeçlik deniyor buna) Oysa fotoğraf makinem de arka çantada peynirlerin hemen yanında duruyordu.

Şelaleye varınca Sinekli Yaylası yolunu sorduğumda “Sabahki gruba mı yetişecen?” cevabını aldım, teyit ettim ve yola düştüm. Zaten telefon çekmese de GPS’de koordinatlar vardı. Yaklaşık 10km.

İlk 6km toprak yolda hem çok keyifli hem de çok tırsarak geçti. Motorum bir dağ bayır motoru olsa da asfalt lastikleri var üzerinde. Bu da toprak yolda büyük dikkat ve konsantrasyon gerektiriyor bir kere daha gördüm. 3-4 kilometreden sonra aklıma geldi ki motorumun bir G düğmesi var. (G noktası diye de bilinir) Basıldığında arazi moduna geçmeyi ve çok daha iyi yol tutuşu sağlayan G düğmesine basmayı geç akıl etsem de açıkçası hatırı sayılır bir fark yarattığını söylemek isterim. Her şeyden önce beni toprak yolda çok daha rahat hisettirecek kadar değişti sürüş. Zaten her şey böyle başladı. (Bu arada geyikler bir yana; “G” Gravel’dn geliyor; gravel; çakıl demek; bizdeki yaygın kullanım mıcır olabilir, toprak yol olabilir vb)

Bir yol ayrımına gelip de GPS’i kontrol ettiğimde Sinekli Yaylası’na 4km kalmıştı; konum gereği soldaki yolu seçmem gerektiğini bilsem de “hadi sağdan gideyim” dedim; “biraz gezerim, en kötü gerisin geri döner yine buraya gelirim, nasıl olsa geciktim, millet yürüyüştedir şimdi” Döndüm sağa; “Dikkat Kesim Alanı” tabelasını da nedense kurban kesimi diye yorumladım (mallık 1) ki birkaç yüz metre sonra yol kenarında kesilip temizlenip taşınmaya hazırlanmış koca koca ağaçları, kütükleri görünce orman kesim alanında olduğuma uyanıp kendime güldüm.

Otomobillerin zorlanacağı kötülükte çok keyifli bir yoldan 7-8 kilometre kadar ilerledikten sonra (daha az tırstığım için, mevcut tırsma seviyem de büyük keyif verdiği için neredeyse mest olmuş şekilde ağzım kulaklarımda ilerliyorum bu arada) keskin bir virajda çok büyük bir çamur birikintisine denk geldim. Büyük bir dönüş, tamamen su ve çamur üstelik sağa doğru bir meyille yukarı gidiyor. Yürüyor olsam kenardan geçilebilir yürüyerek ve kuru kalarak ama motosikletle pek iç açıcı görünmüyor. Derken virajın ortalarında bir yerden ormanın içinden bir traktör çıktı arkasında dev bir kütüğü sürükleyerek. “Yol devam ediyor mu?” diye işaretle soruma evet yanıtını alınca sağdaki kuruluğu 1-2 metre denemeye kalktım. Yüklendim. Yaklaşık 10 saniye sonra 30-35derecelik bir açıyla durmuş, ileri gidemez halde patinaj yapıyordum.

Ormancılardan biri uzaktan “bas bas çıkarsın sen ordan” dese de nafile. Kalakalmıştım. Ki planımufak ufak geri gitmekti. “Bas bas” diyen oduncu arkadaş yardıma gelmeseydi. Onun da arkadan desteği ile birkaç dakika sonra 45-50 derece açıyla dikili şekilde kitlenip kaldım. Sağa doğru dönen yokuşlu virajı normal yoldan almayıp alınabilecek en dar şekilde kenardan yukarı aldığınızı düşünün. 6-7 dakikalık boğuşmanın sonucunda gerçekten kendim bile inanmadığım bir yerden yukarı motorla tırmanabildiğimde ne yalan söyleyeyim elimde ayağımda takat kalmamıştı. (Bütün bunların öğlen sıcağında yaşandığını, kaskımdan montuma üzerimin oldukça kalın olduğunu hatırlatmak isterim) Ki motorumun YouTube videolarında yapabildiğini gördüğüm şeyleri kendim de yapabilmiş olmaktan dolayı mutlu ve gururlu ve hala şaşkın ve yorgundum. Öyle ki ormancıların yanında motoru stop edip inerken motoru devirmeme koşup yetişen iki kişi mani oldu. (mallık 2)

Samdere_Sinekli

Kulağımı ne derece tersten gösterdiğime dair bir görsel.

Uzun uzun Abant Yaylası’na nasıl çıkabileceğimi anlattılar hep bir ağızdan. Özeti şuydu iki sol sonra sağ. Üzerine de şunu eklediler “Hadi biz ekmek parası için buradayız, senin ne işin var motorla buralarda? Senin de paran çok herhalde” Vedalaşıp teşekkür edip tekrar yola çıktım. İki sol sonra sağ tarifine uysam da hala karşıma sürekli yol ayrımları çıkıyordu; Sinekli Yaylası’nın sol tarafta bir yerlerde olduğunu bilsem de o yöne gitmem de mümkün olmuyordu üstelik. Neyse ki bu sefer her yol ayrımında her iki (bazen üç) yolu da 1-2 kilometre giderek dener oldum. Baktım ki çok alakasız bir yöne gidiyor ya da yol çamurlaşıyor ve zorlaşıyor geri dönüyordum.

Tüm denemelerin sonunda kan ter içinde istediğim yöne ve aşağı doğru ilerler oldum. Ki tüm yolculuk boyunca yükselirken iyi ama bunun aşağı inişi de olacak ve zor olacak demiştim. Muhtemelen G Noktası’nın da yardımıyla çok da zorlanmadan iniyordum. Tüm arazi gezintimden inanılmaz keyif alsam da bir yandan da “Ne işin var oğlum buralarda tek başına? Başına bir şey gelse ne bok yiyeceksin?” demekten de kendimi alamıyordum. Ki kendi kendime de “Yine de iyi becerdin he” derken hafifçe meyil aşağı bir dönüşte motoru frenle durduramadım. Mıcıra benzer toprak yolda tutunamıyordum. Bu arada hızlı gitmeyi bırak nerdeyse duracak kadar yavaştım. Ama ön fren durdurmaya yetmediği gibi motor kendi ağırlığıyla aşağı kayıyordu, sağ ayağımı frene basamıyorum yerden destek almak zorundayım. Motor ağır ve kayıyor… Yana gidiyor ve… Korkulan son…

Davamı çok yakında…