Month: Temmuz 2009 (page 2 of 2)

2 Yaş Bitti… (Bir mektup daha)

zeynep-6pack

Kuşum…

Bir süredir geri saydığımız doğum günün geldi. (Hatta ben bu yazıyı tamamladığımda 6 gün kadar da geçti) Doğum gününü çekirdek aile halinde kamp yapalım diye planlamıştık. Kamp sezonunu açtık böylece… Doğum günü kutlamaların perşembe başladı. Anneanne ve deden tatile çıkacakları için perşembeden gelip kutladılar seni. Yiyemediğin halde doğumgünü pastanı üfledin, üzerinden ayıkladğımız çilekler senin oldu, pastanın gerisi bizim. Sonra Mine Teyzen sana aldığı kocaman hediyeyi getirdi. Büyük bir keyecanla yırttın kutuyu saran kağıtları. Kağıtların tamamını yırtmadan önce ambalajın üzerindeki resimlerden anladın ve “Küçük bir sukutııırrrrr… Doğum günü pastamdan küçççük bir sukutııırrr çıktıııı” diyerek inanılmaz heyecenlandın. (Hepsi kaydedildi bu arada) Sonradan öğrendik ki Mine Teyzen’le gündüz parka gittiğinde büyük çıcukların scooter’larına sulanıp binmeye çalışıyormuşsun. Sen boş scooter’lara yönelip binmeye çalıştıkça o da “Biraz daha büyü, belki doğum günü pastandan Scooter çıkar” diyerek oyalıyormuş seni. (Doğum günü, iyi ki doğdun, doğum günü pastası, doğum günü hediyesi gibi kavramlar konusunda kafan hala biraz karışık) Yeni scooter’ın biraz büyük geldi sana ama layıkıyla kullanamasan da üzerine oturup yavaş yavaş gezebiliyorsun.

Neyse; vosvosumuz sonunda otoparkta yattığı yerden çıktı, (79 model bir Type II Westfalia’mız var, “kombi” diye de bilinen, minibüs/karavan) yıllık bakımları yapıldı ve cuma akşamı her şeyiyle hazırdı. Cumartesi sabahı da atladığımız gibi soluğu Ağva’da, favori mekanımız Woody-Ville‘de aldık. Uzun zamandır geçirmedimiz kadar keyifli zaman gecirdik hep beraber. Öğleden önce denize, öğleden sonra havuza girdin. Deniz suyu sıcaklığı ve denizin durgunluğu açısından en keyif aldığın deniz maceran bu sene bu oldu şimdilik. Öğle uykunu hamakta uyudun, mangal gördün, çadırlar gördün… Akşamüstü doğumgününü kutlamak için babaannen ve deden geldi, dedeyle gezdin etrafta bol bol… Karavan civarında olduğun zamanlar keşiflerle meşguldün çünkü ilk kez kendi başına çıkıp inebiliyordun. Hatta hangi dolaplarda kutu sütlerinin bulunduğunu keşfetmen o kadar çabuk oldu ki inanamadık. Gece hep beraber karavanda uyuduk…

Pazar günü de çok keyifli olmakla beraber günün en büyük önemi iki yaşını doldurmuş biri olarak bir süredir konuştuğumuz emzik bırakma operasyonuna başlayacak olmamızdı… (Bunu özel olarak yazacağım işte) Kamptan vakitlice döndük Pazar trafiğine kalmadan…

Konu biraz dağıldı. Hızla toparlayıp ana konuya dönelim… Minik kuşum, iki yaşını bitirdin. Hiç durmadan konuşan, her şeyi kaydeden, inanılmaz laflar eden, upuzun cümlelerle bizi şaşırtan deli bir şey oldun. Her şeyden önce çok komiksin, akıl yürütmelerin, çıkarımların, düz mantığın bizi inanılmaz eğlendiriyor. Öte yandan düşündürüyor da… Düz matığınla birlikte mecaz bilmemen, metafordan anlamaman (“dedenin çenesi düştü” dendiğinde “nereye?” diyip yerlerde aranman) inanılmaz olduğu kadar dürüst de…

Öte yanda büyümenin sıkıntıları da baş göstermeye başladı. Çok ağır olmasa da iki yaş sendromunu yaşamaya başladın, inanılmaz tersleştiğin zamanlar oluyor. Sabahları bazen o kadar tersinden kalkıyorsun ki tanınmaz halde oluyorsun. (Mine Teyze’ne böyle durumlarda “seni sevmiyorum, sen evine git” gibi cümleler kuruyorsun. Bir seferinde çalışma odasına yanıma gelmek istediğinde sebebini sorduğumda “Mine’yi sevmediğim için” cevabını verdin) Öte yandan en ters halin bile üç dört parça kuru yaban mersiniyle aşılabiliyor. (Sen onlara yalan mersini dmeye devam ediyorsun)

En güzel doğum günü hediyen (hediyemiz) bana kalırsa bir önceki hafta sonu yaptığımız Adana kaçamağında evsahibimiz “Selda ve Özer”in Selda‘sının çektiği fotoğraflarımız oldu. Çok spontan gelişen çekimler kısacık zamanda ve büyük koşturmaca içinde olsa da sonuç inanılmazdı. Kocaman bir kız olduğunda bu fotograflara inanılmaz keyifle bakacağına eminim.

Yine upuzun oldu, böyle giderse bitmeyecek bu yazı… Kuşum… Doğum günün kutlu olsun…

(Fotoğraf: Selda Dölekoğlu – Dinemiz)

Gece & Gündüz ( 24. Ay Kontrolü )

Uzun bir gece ve daha da uzun bir günün hikayesi bu. Hatta bir haftalık öncesi de girecek işin içine ki tüm hikae daha net değerlendirilebilsin… Başlayalım bakalım…

Tam bir hafta önce kızımızın bakıcısı tatile çıktı bir haftalığına, tüm ayarlarımızı da güzelce yaptık. Çarşambe Perşembe anneanne gelecek, cuma – cumartesi – pazar ufak bir kaçamak için Adana – Mersin sıcaklarına vuracağız kendimizi, sonraki pazartesi salı da babaanne bakacak Z’ye… İlk iki gün biz evde yokken bir takım gerilimler yaşanmış anneanne ile: “Sevmiyorum seni… Sen git… İzmit’e git… Ben evde yalnız kalayım” türü… Uzun süreli ağlamalar (Salondaki yemek masasının altındaki sandalyelerin altına oturarak falan..)

Hafta sonu neredeyse sorunsuz geçti. Neredeyse diyorum çünkü “seferi” iken ister istemez uyku saatleri değişiyor, yemek saatleri kayıyor, geceleri yalnız değil bizimle yatıyor; kısacası düzeni karman çorman oluyor. Gezmenin, dnize girmenin filan heyecanıyla öğlen uyumadığı, bunu herhangi bir aralıkta telafi de edemediğinden akşamüstü saatlerinde konuşmasından yürüyüşüne her şeyinin değiştiği oluyor. (Sonuçlardan biri, anne-babanın tek yaptığı şey peşinden koşmak olmaya başlıyor) Uzatmayayım, “veletle seyahat” konusunu ayrı bir konu olarak ele almam daha iyi olabilir…

Bütün bu düzen değişikliğinin ve hareketli haftanın ardından pazartesi günü de evde değil babanne ile birlikte gezmekle geçti, üstelik de gayet uyumlu ve sakin şekilde. Zaten ne olduysa pazartesiyi salıya bağlayan gece oldu…

Saat 00.00’ı biraz geçmişti ki Z’nin ağlamasıyla uyandım (kırk yılın başı erkenden yatmıştım) Normalde o saatlerde uyanıp düşürdüğü emziğini filan arıyor Z. bulamazsa da alarm veriyor. Emziği bulunca ve tekrar eli tutulunca 1-2 dakika içinde sakinleşiyor ve uykusuna devam ediyor. Olaya o sırada uyanık olan Deniz müdehale etmiş olsa da bu ağlama olayı yaklaşık 30-35 dakika sürdü. Ağlamak demek de yanlış olur; “kriz” diyelim… Eşim, bu krizi “içine cin kaçmış gibiydi” diyerek anıyor bu aralar. (İçine cin kaçmış kimseyi ikimiz de görmedik şimdiye kadar… Yani, sanırım ) Z. dakikalarca sesinin çıktığı kadar, kriz halinde ağladı. Verdiğimiz emziği de genelde var gücüyle sağa sola atmaktaydı. “Ne istiyorsun?”, “Bir yerin mi acıyor?” “Ağrın mı var?” “Emziğin bak burada” “Süt içer misin?” “Bizimle yata mısın?” “Kendi yatağında mı yatarsın?” “Elini tutalım…” gibi soru ve önerilerimize olumsuz yanıtlar verdi genelde…. Bu sırada genel olarak annesinin kucağından da inmek istemedi… Bir ara artık yatağın kenarında çaresiz bir şekilde oturuyorduk ki böğürmekten yorulan böceğimiz bizim yatağın tam ortasında pili bitmek suretiyle uykuya daldı, biz de iki yanına “sıkıştık”

Sabah, eşim işe gitmeyip bugün evde kalayım, eski düzenini sağlayayım diyerek evde kaldı. Hafta sonu gideceğimiz 24.ay kontrolünü arayıp öne çektik. Sabahtan hem Alev Hanım’ı görürüz, hem bu ağlama krizini sorarız hem de kontrolü ve aşısını (Hepatit A) aradan çıkarmış oluruz dedik.

İşte upuzun bir gün böyle başladı. Doktor kontrolünden sonra karşıya geçeceğim için motorla yola koyulup doktora vardığımda eşimin otoparkta ufak bir kaza yaptığını, o yüzden gelemediğini öğrenip doktor randevumuzu değiştirip eve geri döndüm, tutanaktı, sigortaydı, fotoğraftı filan işlerinden sonra tek arabayla doktora gittik…

Doktor kontrolümüzde herşeyin sorunsuz ve normal olduğunu öğrendik; kiloda değişiklik yok: 13 kg, boy 1,5 santim uzamayla 89,5 cm. İnanılmaz uslu bir muayene geçti. Z yatmış halde Alev Hanım stetoskopla göğsünü dinlerken pırıl pırıl gözler ve kocaman bir gülümsemeyle doktorunun yüzüne bakıyordu… Ağlama olayının çok düşük bir ihtimalle yeni çıkmakta olan azı dişler olabileceğini öğrendik, yine çok az bir ihtimalle idrar yollarında bir enfeksiyon olabileceğini (bunun için idrar tahlili) ya da 2 yaş civarında çocukların kabus görebildikleri ve öyle bir şey olacağını anlattı. Kabuslar sonrasında uyanıp dakikalarca sbit bir noktaya bakrak ağladıklarını tepki ve dış dünyya yanıt vermeyebildiklerini anlattğında bu alternatifi de eledik çünkü Z. bizim tüm sorularımıza olumsuz da olsa yanıtlar veriyor, yardımcı olmaya çalıştıkça daha da sinirleniyordu.

Aşımızı da olduktan sonra eve dönüş yolunda yine arabada yarım yamalak uyudu ve düzen müzen yine düzelememiş oldu. Benim evde olmadığım öğleden sonra neler olduğunu şöyle özetleyebilirim: Eve geldiğimde evin tüm odalarına ayrı bombalar atılmış gibiydi. Eşim bir koltuğun ucunda “pısmış” şekilde oturuyor, evin içinde bir canavar ordan oraya koşuyordu… Bir süre sonra ben de şaşkınlıkla eşimin yanına oturdum ve bir süre izledik Z’yi… Akşam 21.30 civarında Z. sonunda uyuduğunda ikimiz de bitmiş haldeydik. (Bu arada şu anda yazamadığım o kadar çok şey oldu ki, “cenım ne yapmış ki, bir şey de yapmamış” demeyin…

şimdi, umuyoruz ki tüm bunların sebebi düzeninin bozulmuş olması, bakıcısını özlemiş olması, uykusunu iyi alamamış olması filan olsun. Bir süredir kendisindeki bir takım değişiklikleri ilişkilendirdiğimiz “terrible two” “korkunç iki” “iki yaş sendromu” gerçekte böyle bir şeyse… Gerçekten hepimiz yandık… :)

Sezaryenle doğan bebek sorun yaşayabilir

(30 Haziran 2009 – Radikal)

Giderek daha sık başvurulan bir doğum yöntemi olan sezaryenin, bebeklerde DNA değişimine neden olduğu görüldü. Bu da olası sağlık sorunları anlamına geliyor

STOCKHOLM – İsveç’te yapılan bir araştırma, sezaryenle doğan çocukların DNA’larında değişim yaşandığı sonucunu verdi. İsveçli doktorların, kadınların gittikçe daha çok tercih ettiği sezaryenle doğum konusunda yaptıkları araştırmaya göre, bu yöntemle doğan çocuklar ileride sağlık açısından sorunlar yaşıyor. Karolinska Enstitüsü’ndeki araştırma, sezaryen yönteminin neden olduğu genetik yapıdaki değişimin şeker, kanser ve astım hastalıklarının görülme riskini artırdığını ortaya koydu.

Normal doğumla dünyaya gelen çocuklarla sezaryenle dünyaya gelen çocukların kordon bağından alınan kan örnekleri laboratuvar ortamında tahlil edildi. İki gruptaki çocukların kanlarındaki alyuvarlarda farklılıklar olduğu, farklılığın DNA’larda değişime neden olduğu belirlendi. Doktorlar, değişimi, doğum sırasında bebeklerin yaşadığı strese bağladı. Normal doğumda bebeğin yaşadığı stres, doktorların olumlu olarak niteledikleri ağırdan başlayıp artan bir stres olurken, sezaryenle yapılan doğumlarda bebeklerin yaşadığı ani stres olumsuz olarak değerlendirildi.

Kanser, astım riski artar

Araştırmaya katılan doktorlardan Prof. Dr. Michael Norman, doğum ve stresin bebeğin DNA yapısı ve bağışıklık sistemi açısından önemine vurgu yaparken, “Doğumda bazı genler aktif, bazı genler pasif hale geliyor. Stres de bunu etkilediği için sezaryenle doğan bebeğin DNA’sı değişiyor. Araştırmalarda, sezaryenle doğan bebeklerin kanser, şeker, astıma yakalanma olasılıklarının daha yüksek olduğu ortaya çıkıyor” dedi.

Norman, ileride çocukların karşılaşabileceği hastalıkların dikkate alınmasını istedi ve “Sezaryenle doğum tamamen tehlikesiz görünmesin” dedi. (aa)

Haberin orijinali için buraya tıklayabilirsiniz.

Newer posts

© 2024 Baba Olmak

Theme by Anders NorenUp ↑