Category: Kişisel (page 3 of 38)

Bir (Normal) Doğum Hikayesi – 2

Doğum konusunda eğitim almış olmak ve daha önce erken doğum riskiyle hastanede yatıp çıkmış olmanın getirdiği büyük avantajlar var.

Öncelikle tüm süreçleri adım adım biliyorduk. Tüm riskleri, sınırları, neler yapılması gerektiğini, ne zamana kadar beklenebileceğini; korkup kormamak gerektiğini ve nerede ne yapılması gerektiğini. (Tüm bunlar için İstanbul Doğum Akademisi’ne teşekkür etmek gerekir)

Doğum yapacağımız hastanede daha önce iki gece kaldığımız için oradaki prosedürlere, doğum katına hatta doğum katındaki hemşireler, ebeler, görevliler ve günün rutin akışına da hakimdik. Dolayısıyla doğum için gidip hastaneye yatmak sadece kolay değil, eğlenceli de oldu.

Öyle ya son dönemde görüştüğümüz tüm profesyoneller “Her şeyi bir yana bırakın tadını çıkarın” demişlerdi bize. Hastaneye ilk gidişimiz de öyle oldu sanırım, ofisten hastaneye daha önce varan ben kahvemi almış tüm soğukkanlılığımla karşıladım sanırım Deniztan’ı; gelişi degörülmeye değerdi, duşunu almış gelirken daha su damlatıyordu ve her bir damlada da kendini tutamayıp şaşkınlık ve mahçubiyetle gülüyordu. Evrak işleri tamamlanırken de  hiçbir yere oturamayışı hala su geliyor oluşundandı. (Bu yazının başındaki fotoğraflar da tam bu bahsettiğim andan…)

Odaya geçtikten sonra doktorumuz Cem Ayhan gelip kontrol etmiş ve su geldikten sonra 12 – 24 saat içinde bekleriz doğumu demişti. Eskilerin bir sözü varmış, “gebenin üstüne gün doğmaz” derlermiş bu durumda. Ki bu sözün her zaman doğru olmayacağını da ilerleyen saatler ve günlerde gördük biz. :)

Kasılmalar oldukça azdı. Ancak su geldği için süreç de başlamış hastaneye yatmıştık. Ülkemizde su geldikten sonra aktif doğum başlayana kadar verilen bekleme süresi 24 saat. 24 saatten sonra annenin ve bebeğin enfeksiyon kapma riski var çünkü aşağılardaki güvenlik çemberi delinmiş, içerdeki su da akmış durumda. Yurt dışında doğum başlayana kadar gerekirse 4-5 gün beklendiği biliniyor. Ancak ülkemizde pek alınan bir risk değil bu. Eğer kasılmalar başlamamış bir takım ilaçlar verilerek (suni sancı vermek deniyor buna) kasılmaların başlaması sağlanıyor.

Kasılmaların tetiklenmesi için birtakım yöntemler, masajlar da var ki akşam yanımıza gelen Serpil Ebe’nin uzmanlık alanı bunlar ve pazartesi gecesi ufak ufak başlıyoruz çalışmaya ama kasılmalar çok az başlasa da çok artmıyor. Gecenin geç saatlerinde haydi yatıp uyuyalım diyoruz. Öyle ya eleman bugün doğmayacak orası belli oldu. Doğum günü büyük babasıyla aynı olmayacak. Yatmadan önce konuşuyoruz; 24 saat olmadan “suni sancı” başlatacak serumdan istemiyoruz. İlerde keşke dememek için için bekleyebildiğimiz kadar bekleyelim diyoruz şu kasılmaları.

Sabah erkenden doktorumuz geliyor ve “hadi takalım suni sancı” diyor. Yapılan kontrollerde o kadar kasılma yok ki Deniztan’da, geceki durumun bile çok gerisindeyiz. Deniztan’ın vücudu geceleri oturup çalışmaya alışkın. Sabahları ayılması bile uzun sürüyor. Daha gözlerimiz açılmamış; biraz daha beklesek diye rica ediyoruz doktorumuza. “Peki” diyor iki saat sonra bir daha bakalım… Serpil Ebe yanımızda, o sabah başka bir doğum için hastaneye gelmiş olan fotoğrafçı arkadaşımız Latife yanımızda, arkadaşlarımız gidiyor geliyor filan ama tık yok.

Doktorumuz iki saat sonra kontrole gelip bakıp, bi değişikliğik yok, beklemeye devam edeceğiz deyip br hışımla rüzgar gibi gidiyor. Aynı sahne daha sonra da tekrarlanıyor. Odaya artık kimseyi almıyoruz. Serpil Ebe ile kasılmaları arttırmak üzere çalışmalar sürüyor. Tık yok. Akşam oluyor.

Akşam 19.00 sularında doktorumuz geliyor. “Suni sancı?” diyoruz, malum 24 saati de geçmişiz artık. “Ben takalım dediğimde istemediniz, bu saatten sonra takılmaz suni sancı, kontrol ederek bekleyeceğiz deyip” gidiyor. Bizde bir moral bozukluğu ve gerginlik baş gösteriyor. Ortaokuldan bir arladaşım geliyor aklıma, öyle ya, kadın doğumcu o da… Onu arıyorum. Hiçbir şeyden haberi yok ve üstelik de balayında önce şaşkınlığını atması gerekiyor sonra içimizi rahatlatıyor. “Akşam suni sancı takılmaz pek çünkü etkisini gösterdiğinde gece ya da sabah karşı doğum olur, kalkıp gelmek gerekir; onun yerine eğer gece kendiliğinden kasılmalar başlayıp da açılma olmazsa sabah erken takılır suni sancı” diyor. İçimiz rahat olabilirmiş. Arada gelen nöbetçi doktor da gece kontrollere devam edeceğini sürekli kendi doktorumuzla bilgi alışverişinde bulunacaklarını; sabaha karşı 2’deki kontrolde de kasılma ve açılma aynı durumdaysa sabah erken saatte suni sancı için ilaç verileceğini söylüyor. Peki… (Sayesinde) İçimiz rahat o zaman. Yeniden plan yapıyor, ekibi dağıtıyoruz. Bir gece önceden yorgun olan Serpil Ebe eve gidiyor, Latife gidiyor; biz de dinlenelim diyoruz. Demek ki yarın büyük gün…

Evet… Malesef arkası yine yarın…

Bir (Normal) Doğum Hikayesi – 1

Tam 18 gün olmuş. Aslına bakarsanız hiç de o kadar geçmiş gibi değil. Ama Z’ye bakıyorum da; nerdeyse 7,5 yıl geçmiş; aynı şekilde, hiç de o kadar geçmiş gibi değil.

Gelelim en başa.

Çok da zor bir hamilelik değildi. (Bana kalırsa elbette) Bir miktar hamilelik şekeri, dolayısıyla oğlanın normalden biraz hızlı büyümesi söz konusuydu ama zamanında müdaheleyle şeker değerleri istenen sınırlarda tutuldu. DenizTan yediğine içtiğine dikkat etti, ben de zaten dikkat ediyordum, çok zor olmadı.

Ancak Hamileliğin 24. haftası gibi bir ufak kanamayla birlikte bir erken doğum riski baş gösterdi. Sanırım bu bir dönüm noktasıydı tüm gebelik süreci için çünkü erken doğum riskine karşın yorulmamak gerekecekti. Sadece o mu; yer çekimini de ortadan kaldırmak lazımdı. Bu da olabildiğince fazla yatarak dinlenmek demekti. Üstüne de bir takım hormon ilaçları (progestan), rahim kaslarının kasılmalarını engellemek için bir takım tansiyon ilaçları (adalat chrono). DenizTan çok kısa sürede ilaç sepeti sahibi yaşlı ninelere benzemişti. (Duymasın)

24. hafta erken doğum için bile çok erkendi. (Normalde gebeliğin yaklaşık 40 haftalık bir süreç olduğu düşünülürse.) 28. haftadan sonraki bebekleri yaşatmak mümkün olsa da 30’dan sonra riskler azalmaa başlıyordu; 32’den sonra her şey çok daha rahat oluyordu. Hatta kuvöze girme ihtimali de azalmaya başlıyordu.

Öyle böyle hafyaları geçirdik. İlk heden 28’di vardık, sonra 30, sonra 32 derken oldukça iyi bir performansla yola devam ettik. Arada bir takım alarmlar olmadı değil. 28 civarında “nerdeyse doğuracaksın alarmıyla iki günü hastanede geçirmemiz gerekti. 32 gibi gittiğimiz bir doktor kontrolünde “sen doğurmak üzeresiz yahu” paniği yaşadık. Düzenli kasılmalar başlamıştı. Hafta sonu eve gidip dinlenin; pazartesi gelin, ilaçları keseriz, zaten oğlan hemen arkasından gelecek gibi görünüyor demişti doktorumuz. Ki o hafta sonu “nişan geldi” paniği de yaşadık. Pazartesi gittiğimizde cumadan yana durum değişmemişti ve eve döndük.

Her bir hedefe vardığımızda yeni bir hedef kondu. Bir noktadan sonra tıbi riskler nerdeyse hiç kalmadı ancak doktorumuz “küçük bebekle uğraşmak zordur” diyerek hep bir sonraki hedefi işaret etti. “36. haftaya bi gelelim; ilaçları keseriz, akışıma bırakırız, ne zaman isterse gelir o” dedi en son. Ve gerçekten de 36. hafta tamam olduğunda, bir perşembe günü ilaçlar kesildi. Zaten son günlerde 3-4 günde bir NST ve kontrol için hastaneye gider gelir olmuştuk.

Sürece bu noktada kısa bir ara verelim.

En baştan beri DenizTan’ın kararı normal doğumdu. Doktorumuz da bu konuda “çok normal”di aslında. “Adı üstünde normal doğum; başka ne olacak ki” diyerek başlamıştı ilk konuşmalarımız. Sonra erken doğum riskiyle birlikte alternatifler de konuşulur oldu. Bebek anne karnında 2 kiloya ulaşmamışsa normal doğum tercih etmiyorlardı. Yine erken doğumlarda br takım sağlık sorunları riskleri sebebiyle istediğimiz bazı uygulamalara olumlu cevap veremeyebilirlerdi. Evet; doğum esnasında bir şeyler istiyorduk biz… Bu konuyla ilgili çalışmıştık biraz… Çalışma derken…

Hamilelik esnasında normal doğum hakkında iki günlük bir eğitime katıldık. İstanbul Doğum Akademisi’nde çok şeker ve çok değerli iki profesyonelin Kadın Doğum Uzmanı Op. Dr. Hakan Çoker ve Doğum Terapisti Neşe Karabekir’den yaklaşık 15 çiftle beraber bir eğitim aldık. (Normal doğum bu kadar normal bir şeyken bu konuda bilinçlendirilmek gerekiyor olması günümüzde gelinen acıklı durumun  bir özeti gibi aslında) İstanbul Doğum Akademisi’nde aldığımız “Keşkesiz Doğum” eğitimini ayrıca yazacağım. Ama bu yazıda şunu söyleyebilirim ki o iki günde öğrendiklerimiz doğum öncesinde ve doğumhanede kesinlikle çok işimize yaradı. Hatta öyle ki DenizTan en başta epiduralli normal doğum düşünürken İDA’daki “Keşkesiz Doğum” eğitiminden sonra epiduralden de vazgeçti.

İstanbul Doğum Akademisi’nde öğrendiğimiz ve başta gerekjliliği konusunda çok tereddüt ettiğimiz “doğum için özel bie ebe tutma” konusu da yine doğumhanede (ve öncesinde) hayatımızı çok kolaylaştırdı. Dolayısıyla tam burada Serpil Ebe’ye de bir kez daha teşekkür etmek gerekir.

Devam edelim. 36. haftayı tamamladık ve gerçekten de planlandığı gibi ilçaları bıraktık. Artık oğlan her an dışarı çıkmaya karar verebilirdi. Ama doktorumuz br not daha düşmüştü, ilaçların bünyedeki etkisi hemen sıfırlanmayabilirdi; 2-3 gün sürebilirdi. Yapacak bir şey yoktu. Sık sık kontole gidilip sonrasında beklenecekti.

Biz de 29 Eylül pazartesi sabahı; ilaçsız bir hafta sonunun ardından kontrole gittik. Hastaneye yatma ihtimalini de bilerek her gidişimizde hazırlıklıydık zaten. Ama gerek olmadı. Kontrolden sonra eve geri yollandık. Ben işe; DenizTan eve. Biraz daha bekleyecektik…

Ama o kadar da değil… 15.00 sularında önce mesaj sonra da telefon geldi DenizTan’dan. “Suyum geldi” içerikli. Son haftalarda pek çok kez yaptığmız “suyum geldi” esprilerine benzemiyordu bu sefer. (Garsonun getirdiği ve fotoğrafı paylaşılan sular gibi değildi durum) Tereddüte yer bırakmayacak kadar su gelmiş. Doğum süreci başlamıştı…

(Arkası yarın…)

(Fotoğraf için de Latife Tunç‘a teşekkürler tabii…)

Birinci Hafta Kontrolü

Hani rüzgar gibi geçti derler ya. Aynen öyle oldu. Bir hafta tam anlamıyla rüzgar gibi geçti. Aslına bakarsak bir haftanın ilk günü zaten hastanedeydik; sonrasında da beş günlük bayram tatili olması tek kelimeyle şahane oldu. hep birlikte ev hayatına ve bebekli bir rutine alışmak; gelen gideni ağırlamak; biraz miskinlik yapmak ve geceleri biraz uykusuz kalıyor olsak da gündüz işe gitmek zorunda olmamak kesinlikle iyi oldu.

Bugün birinci hafta kontrolleri ve yenidoğan sünneti için yeniden hastanedeydik. İlk kez dışarı çıkmış oldu yakışıklı da. hastane dönüşü ben de kendimi bir haftalık bir muhasebe yaparken buldum. Nasıldı yahu ikinci babalığımın ilk bir haftası?

Şöyle hızlı bir değerlendirecek olursak;

  • Normal doğum (üstelik de epiduralsiz filan) oldukça pratik bir doğum şekli. Doğum sonrası çok hızlıca harekete geçiyor anne. İyi bir şey bu. (Normal doğum maceramız detaylı bir yazı olmayı hakediyor orası ayrı)
  • Hastanede dört gün geçirdiğimiz düşünülürse evde olmak da iyi bir şey.
  • İkinci defa baba olmak da aslına bakarsanız büyük raahatlık. Heyecan daha mı az bilmem ama kaygı kesinlikle daha az dolayısıyla çok rahat oluyorsun. Üstelik de “bir bilen” gibi göründüğün için hafif hafif ahkam kesebiliyorsun. (Söylemeyin bunu kimseye)
  • Bebekle daha rahatsınız her durumda; kırılır diye korkun yok. Bu rahatlık büyük bir avantaja dönüşüyor .
  • Şöyle bir baktığımda bez değişirmek konusunda da pratiğimi kaybetmemişim; nerdeyse bisiklete binmek gibi. Tek bir sorun var, oğlanın bacaklarının arasında bir fazlalık var, krem filan sürerken biraz engel oluyor. Ne olduğunu bilen varsa lütfen yorumlar kısmında yardımcı olabilir mi rica etsem.
  • Fazlalıktan bahsetmişken; hep duyduğum hatta gördüğüm ancak başıma daha önce gelmemiş bir “bez açarken fıskiye” vakasını bir haftada nerdeyse her gün yaşadık. Bu konuda da önerilere açığız, mandal mı, kağıt kıskacı mı? Bir yolu olmalı bunu engellemenin.
  • İkinci defa babalığın en büyük getrisi sanırım abla kardeş ilişkisini izlemeye başlamak oldu benim için. Şimdilik asayiş berkemal. Bayram tatili olmasının yine çok büyük avantajı oldu. Abla kardeş vakit geçirebildiler. (Kardeş olan tüm bu süre boyunca uyumuş olsa da bence kaliteli zaman kaliteli zamandır)
  • Göbek bağı beş günlükken düştü. Doğumdan sonra hemşirelere yıkatmadığımız oğlumuz için anneannesinin “yıkatmadı bunlar çocuğu” serzenişine karşın tek kalkanımız göbek bağının henüz düşmemesiydi. Dolayısıyla bu aralar artık yıkamak lazım oğlanı.
  • Sarılık filan gibi bir dert olmadı. Zaten kendisi tam bir tosun performansıyla anne sütü emiyor. Memeler de bu durumdan memnun olsalar gerek ki hızla karşılık verdiler. Orta boy bir insan kafası kadar olmakla kalmayıp ihtiyaçtan biraz fazlasını üretir oldular; ilk geceden pompa ve derin dondurucuya konan 150ml sütümsü sıvımız var.
  • 3250gr doğan velet hastaneden 3000gr çıksa da (en fazla %10 kayıp için normal deniyor) birinci haftanın sonunda tartıda 3220gr olmuştu. Normalde doğum kilosuna ulaşmak 10-12 gün alırmış. 7 günde doğum kilosuna geri kavuştuğu için doktorumuz bizi tebrik etti, biz de birbirimizi kibarca tokalaşarak tebrik edince doktorumuz biraz şaşırdı ama bozuntuya vermedi.
  • Bir ay sonra kalça ultrasonu çektirilecek. Bir de bu aralar aylık aşıları var. Onun dışında özel bir durum olmadıkça doktora ihtiyaç yok.
  • Yenidoğan sünnetine niyetlenmiştik bugün ama olmadı olamadı. Her pipi uygun değilmiş meğerse. 9 – 24ay arasında bir yerde yapılamk üzere rafa kaldırıldı pipi.
  • İlk bir ay gece uyandırarak beslemeye devam. Sonrasında bırakınız uyuyorsa uyusun geceden sabah kadar dedi. Dolayısıyla şuraya yazıyorum, bir ayı tamamlayalım üçümüz de horul horul uyuruz biz.
  • İlk 3-4 gün sepetin içinde ne olduğunu inanılmaz merak eden yavru kedi sonunda sepete tırmanıp içine bakmaya başladı. Ne olduğunu anladı mı bilmiyrum ama kucağa pek gelmezken artık herkesin kucağına çıkmaklar, hatta koltukta Deniz’le uyumaklar filan. Oğlanın ablası durumla gayet iyi baş ederken kedi kıskanç çıktı; hayırlısı. (Hakkını da yememek lazım, bu aralar sepetin yanındaki taburede nöbet tutuyor aslında… Bebeği mi kolluyor; süt kokusu kafa mı yapıyor bilmiyoruz henüz.)
  • Geçen yazdığım yenidoğan bebek bakımı yazısında da değinmiştim, kaka meselesini biraz araştırmak gerekti (her şeyi de hatırlamıyor insan) ama o konuda da herhangi bir sıkıntı yok.
  • Oğlanı bahçeye filan da çıkarttık bu arada. Hatta bugün bir süre güneşe de tuttuk. Lazım bunlar insana hayatta.
  • Hah; “kaynar” konusu var değinilmesi gereken. Adana kökenli bir nevi lohusa şerbeti. Öyle ki sadece annenin değil, babanın da süt vermesini sağlayabilecek güçte kendisi. Tarifini yakında paylaşırım buralarda.
  • Bu aralar bi açayım da okuyayım dediğim konu “bebekler ne zaman görmeye başlarlar” Bazı bazı uzun uzun bakışıyoruz oğlanla ama kimin ne gördüğü tamamen muallak bu aralar. Görüntü çok net olmasa da derin derin düşünüyoruz karşılıklı. (Bknz. Şekil 1 A)
  • Şöyle bir düşünüyorum da ilk bir hafta oldukça sıkıntısız geçip gidivermiş. Baba bu sürede biraz fazlaca köprüyü geçmiş ama buna zaten hazırlıklıymış.
  • Şimdilik bu kadarmış.

Spontan Bir Mektup

Kuşum;
Dünden beri açıp açıp kardeşinle fotoğrafınıza bakıyorum. Senin banyodan çıkmış, omzunda havluyla oturduğun, kardeşinin de senin kucağında uyuduğu fotoğraf. Son bir haftadır, her fotoğrafın(ız)a uzun uzun dikkatle bakıyorum. Öyle mutlu görünüyorsun ki güç veriyor bu bana. Yine de uzun uzun fotoğraftaki gözlerine bakıyorum. Acaba en ufak bir mutsuzluk, kıskançlık ya da yapma bir mutluluk var mı diye. Görmüyorum. (Ne mutlu ki) Her bir fotoğrafta heyecanlı ve çok mutlu görünüyorsun. Yine de biliyorum ki senin için kolay değil. Aylardır bunun için, senin bu durumla en doğru ve sağlıklı bir şekilde baş edebilen için hazırlanıyoruz. Sadece annenle ben değil, bu kurgudaki herkes uğraşıyor. Herkes senin bu süreçte en ufak sıkıntı yaşamaman için seferber olmuş durumda. Şu an belki de çok erkendir ama başarılı da olmuşuz gibi duruyor. Daha önümüzde çok uzun bir yol var ve siz ikiniz birlikte çok güzel görünüyorsunuz.

İki Mektup

Önce sana… İçerdekine… Oğluma… Saatler içinde dünyaya merhaba deyip, kendi başına nefes almaya başlayacak olan oğluma… Hem tezcanlı, hem inatçı, haftalardır erkenden gelmeye çalışırken, hadi deyince de gelmeyen, güzel oğluma. Bir Deniz’in oğlu; daha şimdiden pek çok şeyle; hayatla ve mucizelerin gücüyle beni barıştıran Barış’ıma… Aylardır kokusunu içime çekmek için heyecanlandığım, göz açıp kapayana kadar haftaları deviren güzel oğlan… Bil ki çok sevileceksin. Herkes tarafından çok ama çok sevileceksin. Sevimli bir keçi yavrusu, şeytan tüylü bir oğlak gibisin… Sevdireceksin… Çok acayip bir şey olacaksın. Sadece bir annen ve baban değil bir de ablan olacak üstelik. Bazen kafanı karıştıracak olsak da çok sevildiğin bir çevrede, sarılıp sarmalanacaksın…

Sonra ise sana… Dünyalar güzeli, fıstık kızıma; 7 yaşını nasıl devirdiğini hiç anlayamadığım, senin için hastane odasında oluşumuzun dün gibi olduğu, yıllardır her bir gün mucizeye tanık olmama sebep; en büyük güç kaynağım, prensesim, inatçı sarı kafama… Bir Deniz’in kızına; her bir hareketinde hem kendimi hem annesini aynı anda gördüğüm duyduğum minnoşuma… Uyurken arkasından sarıldığımda hala boynundan kokusunu uzun uzun içime çektiğim, hala ilk günkü gibi kokan fıstığım… İlk göz ağrım, bakarken nefes almayı unutturanım… Abla olmak üzeresin… Dünyanın en güzel kızıyken en güzel ablası da olmak üzeresin… Babanla -ve hepimizle- birlikte yepyeni bir maceraya atılmak üzeresin. Öğrendiğin ilk günden beri hem çok heyecanlandığın hem de müthiş bir şekilde baş ettiğin bu yol büyük bir virajla birlikte uzun bir yolculuğa dönüşmek üzere. İçinde sana verilen büyük bir sevgi var; biliyorum ki kardeşinle çok cömert şekilde paylaşacaksın o sevgiyi… Nefis bir abla olacaksın…

Tek mucizeli çok güzel bir yolculuktu; şimdi iki mucizeyle birlikte daha da güzel olacak…

(30 Eylül 2014 / 01.08 / Loş bir hastane odası)

Older posts Newer posts

© 2024 Baba Olmak

Theme by Anders NorenUp ↑