Page 7 of 131

Spontan Bir Mektup

Kuşum;
Dünden beri açıp açıp kardeşinle fotoğrafınıza bakıyorum. Senin banyodan çıkmış, omzunda havluyla oturduğun, kardeşinin de senin kucağında uyuduğu fotoğraf. Son bir haftadır, her fotoğrafın(ız)a uzun uzun dikkatle bakıyorum. Öyle mutlu görünüyorsun ki güç veriyor bu bana. Yine de uzun uzun fotoğraftaki gözlerine bakıyorum. Acaba en ufak bir mutsuzluk, kıskançlık ya da yapma bir mutluluk var mı diye. Görmüyorum. (Ne mutlu ki) Her bir fotoğrafta heyecanlı ve çok mutlu görünüyorsun. Yine de biliyorum ki senin için kolay değil. Aylardır bunun için, senin bu durumla en doğru ve sağlıklı bir şekilde baş edebilen için hazırlanıyoruz. Sadece annenle ben değil, bu kurgudaki herkes uğraşıyor. Herkes senin bu süreçte en ufak sıkıntı yaşamaman için seferber olmuş durumda. Şu an belki de çok erkendir ama başarılı da olmuşuz gibi duruyor. Daha önümüzde çok uzun bir yol var ve siz ikiniz birlikte çok güzel görünüyorsunuz.

TazeBaba.com

Baba olunca sanırım farkında olmadan yeni tanıştığınız insanları farklı bir şekilde de kodlamaya başlıyorsunuz: Çocuğunuza yaklaşımları, tavırları ve elbette ki çocuğunuzun onlara karşı tavırları…

Öte yandan çocuk sahibi olmanızla birlikte başka bir sosyalliğin de içinde buluyorsunuz kendinizi: Başka anne babalar; çocuk sahibi olmak üzere ısınma turlarında olan insanlar ve son olarak da içlerinde çocuk sevgisi olan hatta genlerinde iyi ebeveynlik olan kişiler.

Bu girişi yapmamın sebebi aslında birinden bahsetmek. Sosyal medya aracılığıyla yanıyor olsam da; aynı sektörde çalışıyor olsak da; zaman zaman yollarımız kesişse de benim onu nasıl kodladığımı, ne zaman kodladığımı sanırım kendisi de dahil kimse bilmiyordur.

Sanırım beş sene kadar öncedir. Ödül aldığım iki BÖ – Blog Ödülleri töreninden biriydi. Sosyal medyanın son yıllarda olduğu kadar cılkı çıkmamış; bloglar popüler çünkü mikroblogging daha yaygınlaşmamış. Twitter desen Twitter değil; facebook desen Facebook değil zamanlar. Bloglar ve kaliteli içerik kıymetli; blog yazarları birbirlerini tanıyor… Ortam çok keyifli; öyle ya sadece sanal ortamda tanışan, yazışan hatta dost olan insanlar birbirlerinin yüzlerini cisimlerini bu tip organizasyonlarda ilk kez görüyor. Z. de ortamın tabii ki en bi ufağı. Ortalıkta koşturuyor. Salondaki nerdeyse herkes tanıyor Z.’yi…

O gün o salonda kızıma çok ilgi gösteren 3-4 kişi hatırlıyorum. Hatırlıyorum çünkü karşılıklı bir elektriğin olduğu; kızımın da rahatlıkla kucaklrına gittiği, sorularına cevap verdiği, tatlı bir iletişimin kurulduğu kişiler bunlar. Birebir iletişim kurulmasa da Z. benim yanımdayken bakışlarından samimiyetlerini, ilgilerini okuduğum insanlar. Bazıları gelip tanışıyor ya da iki satır sohbet de ediyor. Baksanıza bugün bile hatırlıyorum o günkü keyfi. Sohbetlerin detayı olmasa da his olarak hatırladığım bir sıcaklık var.

O gün orada sohbet ettğim arkadaşlardan biri bir süre sonra bir mail atıp bizi ailecek bir vapur gezisine davet ediyor. Sanırım İDO için bir organizasyon. Haliç Tersanesi filan da gezilecek… Bugün baktığımda sosyal medyada belki de ilklerdendir. Çok istesem de müsait olmadığımdan,, bir e-tohum toplantısıyla çakıştığından gidemiyorum o geziye. (Zaten askere girmek üzereydim) Ama geziye davet eden kişiyi de; blogunu da hatırlıyorum. Yicit.com – Yiğit

Yiğit’i bu kadar iyi hatırlamamın belki de ilk sebebi, ilk karşılaştığımızda Z ile olan iletişimi; ona bakarken göslerinin parlaması. Aradan 5 sene geçmiş, hala hatırlıyorum o parıltıyı.

Yiğit’in baba olacağını öğrendğimde sevindiğimi hatırlıyorum sonra. Daha sonra baba olduğunu duyduğumu hatırlıyorum. Sonra da algıda seçicilik; Facebook’ta yeni blogunu açtığını okuduğumu. Kısa bir süre ardından da blogunu haber veren, selam eden maili düştü zaten posta kutuma.

Her bir yeni öğrendiğim baba blogu sevindiri beni. Tazebaba.com ekstra sevindirdi. Zaten yıllardır blog yazan; bu dünyada yaşayan; sadece hobi olarak değil meslek olarak da bu alanda çalışan birinin; baba olmanın çok yakıştığından ve yakışacağından emin olduğum birinin bir baba blogu açması; iletişim alanıyla, pazarlamayla kesiştirmesi… Tadından yenmez yapacak TazeBaba.com’u. (Üstelik de kız babası)

Dolayısıyla diyeceğim tek şey, yolun açık olsun TazeBaba… Aramıza hoş geldin.

Cebimde Hala Tokaların Var

Aşağıdaki mektubu ben yazmadım. Yalçın yazdı. Yalçın Mira’nın babası, Mira kızımın anaokulundan Küçük Kara Balık’tan arkadaşı. Aşağıdaki mektubu ben yazmadım ama okurken ben yazmışım gibi hissettim; ben yazsam aynı şeyleri yazardım diye düşündüm. Başlarkenki alıntıdan, bitişteki tokalara kadar; hissettiklerimi kendim bu kadar güzel yazıya dökemezdim herhalde. Okur okumaz burada paylaşmak için izin istedim. Yalçın’ın izni, Mira’nın hoşgörüsüyle paylaşıyorum. (İyi ki doğdun Mira!)

* * *

‘Ne olursan ol beni hayal kırıklığına uğratamazsın; senin kim olabileceğin veya nasıl davranabileceğine dair hiçbir önyargım yok. Seni öngörmeyi istemiyorum, seni sadece keşfetmek istiyorum. Sen beni hayal kırıklığına uğratamazsın.’ — Mary Haskell

miraCanım kızım,
Tam altı yıl önce doğdun. Ben de sana bir altıncı yaş mektubu yazıyorum.
Sana ‘kızım şöyle ol, böyle ol, hep böyle kal’ tarzında şeyler yazmayacağım. Çünkü biliyorum ki anne-babaların yazdığı bu tür şeyler aslında öğüt ve talep içeren sözler, bilinçli olmasa da çocuğu ve geleceğini şekillendirme çabaları. Siz ne istediğinizi ve neye gereksinim duyduğunuzu büyüklerden çok daha iyi biliyorsunuz.

Ben senin için iyi dileklerde bulunabilirim yalnızca. Hayatı istediğin gibi yaşayabilmeni, bunun için sahip olduğun gücün farkında olmanı örneğin.
Daha yeni doğduğunda kıpkırmızı birşeyken bile, seni ölçen, tartan ve kontrollerini yapan hemşireyle olan mücadelen oldukça çetin geçmişti. Bu mücadeleye yorgun düşen diğer iki bebek uyuyakalırken sen hala ağlıyordun. Daha o günden tanımıştım seni.

Üç yaşındayken senin konuşma acemisi olmanın sevimliliğine dayanamayıp gülen biz büyüklere ‘gülmeyin bana!’ demiştin, hemen hemen üç yıl sonra, daha geçen gün yine annenle sana güldüğümüzde ‘bana gülmeyin, hiç nazik değil bu!’ dedin bize. O anlarda seninle nasıl gurur duyuyorum bilemezsin.

Biraz büyüyüp kirpi saçlarına toka takmaya başladığımızda, bazen gün içinde elimi cebime attığımda bazen minik saç tokaları bulurdum ve şöyle demiştim o zamanlar: ‘kız babası olmak cebinde minik saç tokaları bulmak ve onu özlemektir’. Yıllar içinde cebimde tokalardan başka şeyler de bulmaya başladım. Örneğin toplayıp bana emanet ettiğin taşlar, çakıllar, minik kozalaklar, palamutlar…

Bugünlerde artık cebimde pek birşey bulmuyorum. Ama elimi her cebime attığımda minik tokalar arıyor ellerim ve seni özlüyorum.

İyi ki doğdun bir tanem, iyi ki varsın sabah güneşim, cennet kokulum, gülen gözlüm.

 

 

Tutkun Olduğunuz İşi mi Yapıyorsunuz?

Babaolmak.com’da hep yapmak isteyip de adam gibi yapamadığım şeylerden biri ilgi alanlarımdan bazılarını baba olmak ile birleştirip bu alanlarda kritikler yazmaktı. Şimdi hazır tasarım da değişmiş ve gerektiğinde kiritik (review) yazmaya çok müsait bir altyapıya geçmişken belki bir gaz, 3-4 alanda istediğimi yapabilir en azından sinema, müzik ve kitap konularında “baba olmak” filtresiyle seçtiğim eserleri sizle paylaşabilirim.

Algıda seçicilikten olsa gerek özellikle de film ve kitap konusunda içeriğinde bir ebeveyn-çocuk ilişkisi barındıran yapıtlar özellikle ilgimi çekiyor ve eğer ki belli bir derinliğe ulaşıyorsa bu hikayeler, “yazsam ya bloguma” diyorum. Sonuç? Oldukça başarısız.(dı)

Buyrun başlıyorum.

Son zamanlarda arka arkaya seyrettiğim iki yakın tarihli film şans eseri hem ebeveyn çocuk ilişkisi barındırıyor hem de yemek yapmakla ilgili. Böyle olunca arka arkaya bahsedeceğim iki film her iki açıdan da yakalamış oldu beni.

CHEF, önce posterinden etkilenerek fragmanını seyrettiğim, fragmanını seyrettikten sonra da “işte bunu hemen seyretmeliyiz” diyerek Türkiye’de vizyona girmeden önce seyrettiğim bir film. Bir bağımsız film için inanılmaz denebilecek sıkılıkta bir kadroya sahip. Öyle ki küçük küçük rollerde de olsa bugün büyük stüdyo filmlerinde biraraya getirilemeyecek büyüklükte isimler rol alıyor: Dustin Hoffman’dan tutun da Scarlet Johansson hatta   Robert Downey Jr.’a kadar. Aslına bakılırsa bir film yazısına misafir oyuncularını anlatarak başlamamak lazım.

Pek çok filmde gördüğümüz, sempati duyduğumuz ama ismini bilmediğimiz oyuncular vardır. Onlardan biri var başrolde: Jon Favreau. Tabii sadece başrolde olmakla kalmıyor filmin senaristi ve yönetmeni de Jon Favreau aynı zamanda.

Herhangi bir izleyiciye göre (ya da sinema yazarına) filmin konusu kısaca şöyle: Çalıştığı restoranın sahibiyle tartışan ve ani bir kararla işsiz kalan tanınmış bir aşçı, eski eşinin de yardımıyla bir yemek kamyonunda ilk günlerine döneceği bir yolculuğa çıkıyor.

Öte yandan bir baba olarak filmi izlemiş bir izleyici olarak benim filmde gördüğüm hikayeyse aslında biraz daha başka:

Çalıştığı restoranın sahibiyle tartışıp ani bir kararla işi bırakan bir aşçının oğlunu da yanına alarak çıktığı yolculukta hem ebeveynliği hem neden mutfakta olduğunu hem de günümüz sosyal medyasını yeniden keşfedişine şahit olduğumuz bir yol hikayesi.

Ülkenin bir ucunda alıp da çalışır hale getirdiği yemek kamyonunu oğluyla birlikte yaşadığı şehre getirmek üzere yola çıkan bir aşçı yolda oğluyla olan ilişkisini tazeler. Fonda ise yol boyu uğradıkları şehirler ve o şehirlerin simgesi haline gelen gizli lezzetler vardır. Şef Casper oğluna bu lezzetleri ve mesleğinin püf noktalarını öğretirken oğlu da ona sosyal medya dersi verecek, günümüz sosyal medya ortamının nasıl bir pazarlama aracı olarak başarıyla kullanılabileceğini kanıtlayacaktır. Filmin seyirciye ilk sorduğu sorunun “Mutlu olduğunuz işi mi yapıyorsunuz?” olduğunu da en baştan hatırlatmakta fayda var.

Daha da fazla yazmama gerek yok sanıyorum. Mutfağa giren bir babaysanız mutlaka; midesine düşkün bir insansanız mutlaka, keyifli ve “bitmese ya” denen türden bağımsız yapımları seviyorsanız mutlaka seyretmenizi önereceğim şirin mi şirin bir film.

Filmin Facebook sayfası için buyrun tıklayın.
Filmin IMDB sayfası
Chef’in RottenTomatoes sayfası
filmlerim.com’da Chef

CocuklaGeziyoruz.com

Bundan çok zaman önce babaolmak.com içinde bir bölüm olarak yapmaya çalıştığım çocuklarla gidilebilecek mekanlar, yemek yenecek yerler, tatil yerler, oteller tanıtım işini tek başına yapan bir blog var artık: “ÇocuklaGeziyoruz.com

Tek başına yapmaya çalışınca zenginleşmesi vakit alacak blogu dört anne birlikte çekip çevirince  içi kısa sürede oldukça dolmuş. Ve eminim ki hızla daha da zenginleşecek. İçeriği zenginleştikçe de çocukla gezmek konusunda arayışta olan anne babaların düzenli uğrak yeri olacak.

Demişler ki:

Biz gezip görmeyi; yeni mekanları, yeni lezzetleri denemeyi seven anneleriz. Bunları yaparken bizim kadar çocuklarımızın da keyifli vakit geçirebilmelerine, rahat etmelerine önem veriyoruz. Durum böyle olunca çocuklarımız için güzel bir menü, bir kaç oyuncak ya da oyun odası, mama sandalyesi, emzirme odası, alt değiştirme ünitesi bulabileceğimiz mekanları tercih ediyoruz. Cocuklageziyoruz.com editörleri olarak amacımız tüm anne babaların mekanlarla ilgili merak ettiklerine bu sitede ulaşabilmeleri ve tarafsız yazılarımızla fikir sahibi olabilmeleridir. Çocuğuyla gezmek, görmek, seyahat etmek isteyenlerin aradığı en yeni, en güncel yazılarımızla biz buradayız.Sizler de yorumlarınızla bize destek olabilir, tecrübelerinizi paylaşabilirsiniz.

Sadece gezilecek yerleri tanıtmıyorlar da; çocuklarla araba seyahati, uçak seyahati, bavul hazırlama gibi ipuçlarını derledikleri yazıları da var.

Sitenin adı adresi zaten malum; yanı sıra ister facebook ister twitter ya da instagram’dan takip etmek de mümkün kendilerini.

« Older posts Newer posts »

© 2024 Baba Olmak

Theme by Anders NorenUp ↑