Sinemasever biri olarak (Hoş, sinema ile ilgim sinamaseverlikle sınırlı değil) Fellini’yi de çok severim ve Babaolmak.com’a bir şeyler yazmayı uzun süre ertelediğimde ve sonra vakit bulup da yazmaya kalktığımda hep aynı sözleri gelir aklıma. “Ben filmi kafamda çekiyorum, herşeyi hayalimde canlandırıp baştan sona çektikten sonra asıl çekim aşaması tam bir ızdırap oluyor çünkü bu sefer  her şeyi tekrar ediyorum” der büyük usta. Ben de Babaolmak.com’a gün içinde birçok şey yazıyorum. Bazen gerçekleşmesinin hemen ardından yazdığım anılar oluyor, “Bunu Babaolmak.com’a yazayım” diye başlayan düşünceler, yazıyı satır satır yazıp kafamda bitirmemle son buluyor. Hele de yoğun bir dönemdeysem günlerce “blog başına” geçemeyip yazamadığımda o anı, o yazı yavaş yaval silikleşip yazmaya oturduğumda eski tadı vermez oluyor. Sanırım bunun en iyi çözümü günü gününe, vaktinde oturup bir şeyler yazmak. (“Kafada yazma, klavye başında yaz sadece” fikri ise çok ütopik. Bir şeyleri kafada yazmamak muhtemelen doğa kanunlarına çok aykırı)

Geçtiğimiz hafta çok yakın bir arkadaşımızın doğumu, gönüllü doğum fotoğrafçılığı, yoğun bir iş haftası, geceleri ofiste fazla mesai derken, aynı evin içinde olmamıza rağmen Z. ile yaklaşık 48 saat kadar görüşemedik. Böyle zamanlar haliyle özellikle babaya çok koyuyor ki anlatmaya başladım, velet tarafında da hissediliyor.

Bahsettiğim sürenin sonunda artık son gece kızımızın sabaha karşı mızıldanmasıyla kendisini kendi yatağımıza üçüncü olarak terfi ettirmek iyi bir çözüm oldu. Halen geceleri eli tutularak uyuduğundan baba – kız elele uyumak fırsatını yakaladığımız gibi sabah yatak keyfimizi de birlikte yapabildik. (Sabahları da ilk uyanışından sonra uykusu açılmadan eli tutulursa 45-50 dakika gibi keyif uykusu uyuyor küçük hanım) Üstüne uyanıp da beni yanında görünce gülümseyip biraz daha sokuldu. Sonra bir şekilde çıkıp üstüme yattı ki normalde yapmadığı bir şeydir. Zaman zaman yatarken göğsümün üstüne alsam bile 15 – 20 saniyeden fazla durmaz; bu sefer 3-4 dakika üzerimde yattı. (Bu, mutlaka başınıza gelmiştir, başınıza geldiyse de -anne veya baba- ne demek istediğimi ne hissettiğimi sanırım anlatmama gerek yok. Henüz bu duyguyu yaşmadıysanız da darısı başınıza diyeyim) Bu esnada, yatarken, bir eliyle de göğsüme hafif hafif vuruyordu. Kucağımıza aldığımızda da, eğer keyfi yerindeyse, omzumuza veya sırtımıza aynı hareketi yapıyor… Bebeklikten kalma gaz çıkarma hareketinin bri karşılığı gibi sanki, bir şekilde sevgisini bu şekilde gösterdiğini düşünüyoruz.

Sonra üzerimden kalkınca bir süre daha kocaman yatakta vakit geçirdik, boğuştuk, yuvarlandık, nefes nefese kaldık. En sonunda önüne düşmüş saçları gözünün önünden yukarı çekerken “ikimizin de saçları gözümüzün önüne geldi babayla” dedi ve yataktan indi. Her sabah olduğu gibi salona koşmasını beklerken yatağın cevresinde dolanıp benim tarafıma geldi ve “baba da kalksın” diyerek elimi tutup çekti… “Kitap okusun baba Zeynepe” diyerek çıktık yataktan. (O kısım da pek sarmaş dolaş ve sevişerek geçti tahmin edileceği gibi)

Sonrasında işe gitmek için evden çıkmış olsam da yoğun bir kaç günün arkasından eve vakitli gelip birlikte sahile gitme planı yaptığımdan akşamüstü de erken geldim eve. Bu sefer de annemizin iş yemeği olduğundan yine baba-kız kaldık ve atlayıp Caddebostan sahile yola çıktık. Yol uzun sürse de bir şekilde sohbet ederek (bu arada çevreyolunda arkasına bisiklet bağlanmış bir otomobil görüp “arabanın arkasına bisiklet yapıştırmışlar” diye göstermesini atlamamak lazım) Caddebostan’a vardık, kolayca park yeri bulduk ve kendimizi sahile attık. Ama o da ne… Sahildeki koskoca çocuk parkı yok olmuştu. Sadece salıncakların demir iskeletleri duruyordu. (Herhalde yaz için yenileyecekler diye safça içimizden geçirdik. – Aslında ben tek başıma geçirdim bunu içimden) şansımıza küselim, sahilde yürüyüp köpek sevelim bari dedik, sahilde yürüyüşümüz boyunca bir çok liseli genç kızın “saldırısına” uğradık, köpekler sevdik, “haydi çimenlerde yuvarlanalım” diyerek çimenlerde yuvarlandık (bunu da Z. tek başına yaptı) yaklaşık bir buçuk saati büyük keyifle geçirdik. Sonrasında bir banka oturup Mine Teyze’mizin yanımıza koyduğu akşam yemeğini (taze fasulye) silip süpürdük. Her ne kadar mama sandalyesi olmadan yemek yemek zor olsa da bankın önünde duran koca kaldırım taşının üstüne oturup yemek yeme fikri çok hoşuna gittiği için sorun yaşamadık. Sorun çıkmamasının bir sebebi de eve gitmek istememesi oldu. Ve buyuk bir hızla biten yemeğin üzerine hava iyice kararana kadar Burger King’in (maalesef leş gibi ve kirden yapış yapış) çocuk parkında takıldık. Sonra da istemeye istemeye arabaya bindik ve mızıldanarak eve vardık.

Z. tüm beklentimin aksine 30-35 dakikalık yol boyunca uykuya kah ayak sallayarak, kah konuşarak, emziğini sağa sola atarak ve el şaklatarak direndi. (Böylelikle uyku saati geçtiğinden kolaylıkla “arıza modu”na geçebiliyor.) Eve girip temizlendiğimizde çok uykulu ama yatakta yatay pozisyona geçirilmez haldeydi. Bu durum babasının da işine gelmiş olacak ki yine babasının yatağında birlikte yattılar. “Yatmayalım, daha gece olmadı” direnişi yaklaşık 1,5 dakika içinde yerini uykuya bıraktı ve birlikte uyuduk.

Her seferinde dediğim(iz) gibi bunu daha sık yapmalı diye içimden geçirsem de kimbilir böylesi bir kaçamak için fırsatımız bir daha ne zaman olacak. Biliyorum, biraz fazla kişisel bir yazı oldu ama yine de oldu. :)