Bu kadar ara vermezden önce, daha doğrusu verdiğim ara daha kabul edilebilir boyutlardayken (Ocak başı diyelim) (Farklı bir şey çağrıştırdı sürekli aç bünyemde) yılın ilk yazısı olarak kafamda kurguladığım bir kitap tanıtımıydı. (Evet, 2011 planlarımdan biri daha çok kitap tanıtmak, daha doğrusu her şeyden önce daha çok kitap okumak, bazılarını da yazmak) (Ah, daha ne planlarım var aslında)

2011’in ilk kitabı beni yeni bir yazarla tanıştırdı: Marc Levy. Hatta öyle bir tanışma oldu ki, bahsedeceğim kitabını okuduktan sonra hemen tüm kitaplarını alıp ilk kitabından itibaren okumaya başladım. (Nasıl bir okuma açlığıyla kitap okumaya sarıldığımı anlatmayacağım) Kısa sürede 3-4 kitabını bitirip roman okumaya ara verip daha teknik bir kaç kitap soktum araya (onlara da gelecek sıra) Ancak o ilk kitabın yeri çok özel oldu. Cumartesi başladığım kitabı Pazar bitirişim bir yana; kitap okuyup da ağlayan bir herif değilken (hiç hem de) kitabı bitirip hüngür hüngür ağlayışım, kendime gelmek için geceyarısı yürüyüşe çıkışım bir yana; arkasından hemen kızıma bir mektup yazışım başka bir yana…

Evet kitap, bir baba ile kızı hakkındaydı: “Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey” (All Those Things We Never Said (En bi’ orijinal adı: Toutes ces choses qu’on ne s’est pas dites) (2008)

Kitabın arka kapağından azcık alıntılamak gerekirse:

Düğününden birkaç gün önce, Julia babasının sekreterinden bir telefon alır. Önemli bir iş adamı olan babası Anthony Walsh törene katılamayacaktır. Her zaman mesafeli ve sorunlu bir ilişkileri olduğundan, Julia bu habere pek de şaşırmaz, ancak bu kez babasının mazereti haklıdır: Anthony Walsh ölmüştür.

Aslında arka kapakta daha pek çok şey yazıyor ama detaya girmeyeyim. Tek söyleyebileceğim, anne ya da baba her ebeveynin mutlaka (ama bak mutlaka) okuması gerek diye düşünüyorum. Aslında bununla kalmayıp, her çocuğun da okuması gerektiğini düşünüyor ve buradan Marc Levy’e atlıyorum…

Çok komik şekilde, yazarın kitaplarını Türkiye’de yayımlamakta olan Can Yayınları’nın sitesindeki biyografi abinin 1963 doğumlu olduğunu iddia etse de aslında Marc Levy 1961 doğumlu. Gençliğinde Fransız Kızıl Haçında çalışıyor, bir yandan işletme ve bilgisayar eğitimi alıyor. Sonra bilgisayar grafikleri üzerine bir şirket kurup uzun süre o işi yapıyor derken şirketin kontrolünü kaybedip ayrılmak zorunda kalıyor. (Yaş 29) Sıfırdan başlıyor. Bu sefer bir iç mimari ofisi kuruyor. Ortakları mimar olsa gerek, firma şu anda Fransa’nın en bilinen mimarlık ofislerinden biri haline gelmiş. Bunlardan bize ne dersek, Marc Levy, 37 yaşında oğluna, daha doğrusu oğlunun büyüyünce olacağını düşüdüğü kişiye bir kitap yazıyor: “Keşke Gerçek Olsa” kitap hiç yayınevi sıkıntısı çekmediği gibi daha basılıp piyasaya çıkmadan Dreamworks tarafından film hakları da satın alınıyor: “Keşke Gerçek Olsa” Şu da DVD’sinin linki, onu da vereyim tam olsun…

Şu anda abinin bir takım kitaplarını okumuş bir kişi olarak ahkam kesebileceğim konu, kendisinin kitaplarında “ana-baba olma” “ebeveynlik” gibi tamalara yoğunlaştığı, bu konularla ilgili çok kafa yormuş olduğu ve bunun çıktılarının da kitaplarına ve karakterlerine fazlaca yansıdığı. Kendisi de baba olduğundan ve muhtemelen diğer yaptığı işler gibi muhtemelen bu alanda da oldukça başarılı olduğundan bunun yansımalarına okuduğunuz satırlarda şahit oluyorsunuz.

Tekrar ısrarla önereyim; hemen şu linke tıklayıp kitabı alabilirsiniz. Bu vesileyle bu kitabı bana öneren anneme ve ona öneren kardeşime de teşekkürü bir borç bilirim. (Annemin kitabı ana verirken kaşka göz arasında bazı sayfaları, satırları işaretleyivermiş olması gibi büyük bir ustalığı da olmuştu belirtmeden geçmeyeyim…) Çok uzattım biliyorum. Okuyun işte yahu…