Hayatın, zamanın ne hızlı geçtiğini anlamak için aslında bir blog tutmaya, düzenli ya da düzensiz aralıklarla bir şeyler yazmaya ve göz önünde tutmaya ihtiyaç yok muhakkak ki. Fotograf çekiyor olabilirsiniz; hatta cep telefonunuzdaki fotoğraf galerisini ara ara tarıyor olabilirsiniz, her şekilde kendinize zamanın nasıl hızlı aktığını gösterecek bir şeyler karşınıza çıkacaktır.

Hem bu dediklerimi yapıp hem de çocuklarınız olduğundaysa zamanın ne kadar hızlı geçtiğini bile anlamayacak kadar hızlı geçtiğini “fark ediyorsunuz”. Zor bir cümle oldu değil mi?

Bu beceriksiz giriş, benim 12. Defa yaşadığımı fark ettiğim 4 Temmuz ile ilgili. İlk 3-5 tanesini çok net hatırlıyorum. Sonrası zaman makinasıyla hızlandırılmış gibi. Tüm bu olanlar ne ara oldu hatırlamakta zorlandığım bir yerdeyim. 12 tane 4 Temmuz nasıl geçmiş gerçekten anlayamıyorum. Yazılarımı okuyan, sosyal medya hesaplarında tüm bu süreci takip eden onlarca yüzlerce kişi var. Aynı şekilde 10-12 sene önce Babaolmak.com vesilesiyle tanıştığım ve bazen bi’ selam ederek bazen sessizce takip ettiğim dostlar var ve her birini (ve varsa çocuğunu, çocuklarını) gördüğümde de aynı şaşkınlığı yazıyorum: Bunca yıl nasıl geçti yahu?

Kızıma –ve bir süredir oğluma- yazdıklarımı burada blog altında kayıt almaya devam etmek konusunda her zamanki kaygılarım aynı şekilde devam ediyor. Okuma yazma bilmezlerken çok daha kolaydı burada bir şeyler yazmak. Bugün artık kızım instagram’da ya da youtube’da paylaştıklarımı görüp bozulabiliyor ya da açık açık kaldırmamı isteyebiliyor. Dolayısıyla artık genelde izin alarak paylaşımda bulunuyorum. (En azından uğraşıyorum) Bu zor ve karışık hatta biraz karmaşık da bir konu ve belki ayrıca yazmaya çalışırım. Şimdilik çok da uzatmadan son bir kaç satırımı yazayım bu günle ilgili:

4 Temmuz 2007 sabahı tam da bu saatlerde (08.30 – 09.00) Okmeydanı Memorial’ın ameliyathanesindeydik. Ne olup bittiğini anlayamadan doktorumuz “henüz başlamadık, biraz sonra başlayacağım merak etmeyin” diye bizi kandırışının yaklaşık 3-4 saniye ardından Z’nin ilk sesini, ilk ağlayışını duymuş, hemşirenin “aa sapsarı bu” deyişiyle sarılık mı acaba diye düşünüp bir an kaygılanmıştım. Sonrasında silinip sarmalanıp bize doğru uzatıldığında nefes almayı unuttuğum anı hatırlıyorum. Sonrasında zaten Z. İle ikimiz dışarı çıkartılmıştık…

Gözümü açıp kapadığımda 4 Temmuz 2018 sabah 7.00, Z. Kendiliğinden uyanıp ranzasından gümbürtüyle atlayıp benim odama gelip koynuma giriyor koskocaman bir günaydın için. Yukarda yazdıklarımın hemen öncesini 12 sene önceki o sabahı anlatıyorum ona, bir süre sımsıkı sarılıyor bana… Sonra kalkıp koşturmasına başlıyor… Bugün onun günü, antreman programını o yazacak, sonra arkadaşlarını eve getirecek…

Yazıya başladığımdan beri Z’ye kısa bir 12.yıl mektubu yazayım diye uğraşıyorum yazının sonuna ama görünüşe göre beceremeyeceğim, içime sinmeyecek. Sanırım bu sene buradan değil, sadece ona vereceğim ya da yollayacağım şekilde yazacağım ona…

Şimdilik 12. Biliyorum göz açıp kapayana kadar niceleri geçecek.

İyi ki doğdun sarı kuşum!