Author: Özgür (page 8 of 130)

Evde Yenidoğan Bakımı

1 Ekim çarşamba sabahı doğan oğlumuzu 3 Ekim cuma günü yüklendiğimiz gibi evine getirdik. Sonra gidip ablasını da getirince evin bayram şekeri ihtiyacı karşılanmış oldu.

Oğlanı eve çıkarmadan önce hastanede ufak çaplı bir taburculuk eğitimi veriyorlar esasen. Hatta sadeve o değil, son iki gün içinde hastane odasına gelen pek çok uzman kendi alanlarında bilgi aktarımında bulunuyor. Emzirme konusundan yenidoğan bakımına, alt değiştirme sıklığından uyku düzenine; bol süt yapmak için neler yenmesi gerektiğinden yenidoğan bebeklerin yıkanmasına kadar ihtiyacınız olacak her türlü bilgiyi hastaneden çıkmadan ediniyorsunuz.

Ve eve gelip de rutin bir hayat düzeni kurmaya başlarken bir bakıyorsunuz ki yine de soru işaretleriniz var. Bu durumda bana kalırsa hislerine güvenmek gibisi yok. Çünkü belli bir noktadan sonra herkesin bir yoğurt yiyişi olduğu gibi bir gerçek var.

Neyse; yenidoğanların evde bakımıyla ilgili bize gerek hastanede gerekse sonra eve uğrayan ebemiz Serpil tarafından anlatılanları bir özetleyeyim dedim. (Yoksa ben de unutacağım, sonra uğraş dur Google’la…)

Yenidoğanlarda Beslenme

  • Bu bebek milletinin çok sık karnını doyurması gerekiyor. Hastanenin emzirma uzmanı diyetisen doktorun verdiği bilgi günde en az sekiz kere emzirilmesi gerektiği. İlkokul ikinci sınıf matematiğiyle konuya yaklaştığımda üç saatte bir emzirmek anlamına geliyor bu. Bu üç saatlerle ilgili bir istisna yapın dedi doktor, geceleyin tek bir aralığı 4 saat yapın; böylece siz de gece biraz daha fazla uyumuş olursunuz. Tabii eğer velet uyanıp da talep etmiyorsa. Böylece bir adet 4 saatlik ara diğerleri 2-3 saat arasında farklı aralıklarda olabilir. Ama dediğim gibi eğer ki velet uyanıp da karnını doyurmak istiyorsa; yapacak bir şey yok her seferde emzirilecek. Eğer uyanmıyorsa da bu aralıklarda (en fazla) uyandırılıp ağzına meme tıkıştırılacak.
  • Ne sürede emzirmek konusu ise gerçekten kişiye özel bir durum. Hastanede olduğumuz ilk 1-2 gün ve sonrasındaki ilk günler her emzirmede yaklaşık yarım saat denmişken; ilk 4-5 günün ardından annenin ürettiği süt kalitesinin ve miktarının artmasıyla bu sürenin 10 dakilara düşebileceği söylenmişti. Her emzirmede tek bir meme; yaklaşık 10-20 dakika süre makul bir süre olarak kendini gösterdi bizde. Zaten karnını doyuran küçük insanoğlu kafasını çevirerek “istemiyorum daha fazla” diyor.
  • Peki ya uyku düşkünü miskin yenidoğan emerken uyuyakalıyorsa ve sizin planladığınız miktarda süt ememiyorsa ne olacak? Haşin davranılacak. Yapacak bir şey yok. Yüzüne çenesine yanaklarına dokunmak kesmiyorsa bizim hemşirelerden öğrendiğimiz falaka yöntemi denenebilir. Ayaklara küçük vuruşlar, gıdıklamalar işe yarıyor. Ayakları soymak, bacakları soymak da işe yarıyor. Ayrıca bu velet milleti ten temasını seviyorlar da. Aklınızda olsun.
  • Son olarak da hiçbiri işe yaramadı, velet her bir emzirmede bir süre emip sonra uyuyakalıyor, bir alternatif de çok sık aralıklarla kısa kısa emzirmek olabilir. Dedim ya; bu işin tek bir doğrusu yok; herkes çok kısa sürede kendi çocuğunu tanıyıp kendisine ve çocuğuna en uygun çözümü buluyor bence.

Yenidoğanlarda Kaka ve Bez Değişimi

  • Vücuda her girenin bir çıkışı var malum. Bu, bebeklerde de böyle. (Kızlarda böye olduğunu zaten daha önce tecrübe etmiştim; erkeklerde de çok farkı yokmuş; tek fark: “Fıskiye Efekti” (Bu konuda yapacak bir şey yok; 3 günlük de olsalar bebekler sizden akıllı olduğundanbu fıskıye golünü er ya da geç yiyeceksiniz. En güzeli tadını çıkarmak.
  • Yenidoğan bebeğin ortalama bez sarfiyatı günde 6 adet olmalıymış. Biraz eksik biraz fazla sorun olmayacaktır muhtemelen; kakaya çişe bakmadan yaklaşık 6 bez kirleten bebek sağlıklı bir dışkılama düzeni içindeymiş.
  • Çiş mevzuu çok sorun değil; açık ya da koyu renk çiş çok dert edilmiyor ama kaka konusunda biraz hazırlanmakta fayda var. Yok balangıç kakası ok geçiş kakası, birinci aşama geçiş ikici aşama geçiş derken yenidoğan kakası hazırlıksız ebeveynler için bir gerginlik konusu olabilir.
  • Veletlerin ilk birkaç kakası aslında daha anne karnındayken yutulan ve vücutta birien amniyon sıvısının atılmasından ibaret. dolayısıyla siyah-koyu yeşil renkli ve balçık kıvamında oluyor. İlk gün zaten pek bir şey emmediğinden, emse de emdiği sıvının içeriği daha pek süt olmadığından verimli bir kaka beklemek yersiz. Bu mukonyum ya da mekonyum denen kakaya hazır olmak önemli. Korkmayın hep böyle devam etmeyecek. Çocuğunuz bir uzaylı değil.
  • İlk birkaç kakadan sonra bu siyahlık – yeşillik azalıyor. Ahanda işte bu geçiş kakası. Renk gittikçe hafifliyor, o yeşillik sarıya dönüşmeye başlıyor. Bu geçişin aşamaları var ama çok da sayılara takılmamak gerekli bence. Birinci, ikinci üçüncü geçiş kakası diye takarak yapmak yerine bu dönemin bir geçiş dönemi olduğunu hatırlamakta ve geçiş esnasında kakanın renginin değişeceğini bilsek yeter bence.
  • Annenin randımanlı süt üretmesi yaklaşık 10 günü bulurmuş. İlk günler üretilen madde kolostrum oldukça zengin bir içeriğe sahip olsa da bir süre sonra doyurucu gelmeyecek ve yerini süte bırakacak. Ancak ilk günlerde çok kıymetli bir sıvı (boşa harcanmamasının önemine vurgu yapıyorum bakınız)
  • Kolostrum da yenidoğan bünyesinde müshile benzer bir etki yaparmış efem. Dolayısıyla yavruyu daha ilk günden ishal ettik; vah yavrumun başına gelenler; nedir benden bizden çektiği gibi kaygılara gark olmak gereksizmiş.
  • Yani; anneden emdiği ilk birkaç günkü sıvılar (kolostrumdan anne sütüne geçiş de denebilir) bebeğinizin kakasının sıvılaşmasına sebep olabilir; sağlıklı sarı renkli yenidoğan kakasına ulaşana kadar br süre sulu zırtlak kakalara denk gelebilirsiniz bezlerde. Neymiş? Panik yok.
  • Süt kakası denen kakaya da “bebek hardalı” denirmiş. (Hardal seven bir insan olarak bu duruma sevnmeli miyim üzülmeli miyim henüz karar veremedim) Ama bu bebek kakası hardalı yenidoğan kakasından nasıl bir kıvam beklememiz gerektiğine dair fikir verecektir.
  • Kakaların miktar olarak adam yerine konması için madeni para büyüklüğünü geçmiş olaması gerekirmiş. Günde 3-4 kaka sağlıklı sayılrımış. BUnları da not ettikten sonra çok da bir şey kalmıyor.
  • Kız bebeklerde ilk günlerde biraz vajinal akıntı olabilirmiş. Bu konuda da panik olmamak lazımmış. Bu akıntının içinde çok az miktarda kan da bulunabilir. Bu ilk adet döneminin bir benzeriymiş. Buna anneden gelen hormonlardaki bir artış sebep olurmuş ve dediğim gibi endişeye mahal yokmuş. Ama gelmeye devam ederse de kıllanmakta ve doktorunuza danışmakta da fayda var elbette.

Aslında yenidoğan bakımı ile ilgili yazacak şey çok. Şimdilik burada durayım oğlanın altı değişecek sonra dürttürülüp annesinin memesine takılacak, sonra gırklatılacak.

Tam da yeri gelmişken; yenidoğanlarda gaz olsun kolik olsun anna babalarda sıkıntıya sebep olan durumlar 21. günden sonra ortaya çıkarmış. Dolayısıyla hazırlıklı olmak lazım. İlk günlerdeki gaz pek gaz sayılmaz yani. Bu arada karnı doyduktan sonra veledi omza atıp sırtını patpatlamak yerine sıvazlamak daha tercih edilesi bir yöntemmiş.

Sağlıklı emzirmeler, gırklatmalar ve hardal renkli kakalar efem.

İki Mektup

Önce sana… İçerdekine… Oğluma… Saatler içinde dünyaya merhaba deyip, kendi başına nefes almaya başlayacak olan oğluma… Hem tezcanlı, hem inatçı, haftalardır erkenden gelmeye çalışırken, hadi deyince de gelmeyen, güzel oğluma. Bir Deniz’in oğlu; daha şimdiden pek çok şeyle; hayatla ve mucizelerin gücüyle beni barıştıran Barış’ıma… Aylardır kokusunu içime çekmek için heyecanlandığım, göz açıp kapayana kadar haftaları deviren güzel oğlan… Bil ki çok sevileceksin. Herkes tarafından çok ama çok sevileceksin. Sevimli bir keçi yavrusu, şeytan tüylü bir oğlak gibisin… Sevdireceksin… Çok acayip bir şey olacaksın. Sadece bir annen ve baban değil bir de ablan olacak üstelik. Bazen kafanı karıştıracak olsak da çok sevildiğin bir çevrede, sarılıp sarmalanacaksın…

Sonra ise sana… Dünyalar güzeli, fıstık kızıma; 7 yaşını nasıl devirdiğini hiç anlayamadığım, senin için hastane odasında oluşumuzun dün gibi olduğu, yıllardır her bir gün mucizeye tanık olmama sebep; en büyük güç kaynağım, prensesim, inatçı sarı kafama… Bir Deniz’in kızına; her bir hareketinde hem kendimi hem annesini aynı anda gördüğüm duyduğum minnoşuma… Uyurken arkasından sarıldığımda hala boynundan kokusunu uzun uzun içime çektiğim, hala ilk günkü gibi kokan fıstığım… İlk göz ağrım, bakarken nefes almayı unutturanım… Abla olmak üzeresin… Dünyanın en güzel kızıyken en güzel ablası da olmak üzeresin… Babanla -ve hepimizle- birlikte yepyeni bir maceraya atılmak üzeresin. Öğrendiğin ilk günden beri hem çok heyecanlandığın hem de müthiş bir şekilde baş ettiğin bu yol büyük bir virajla birlikte uzun bir yolculuğa dönüşmek üzere. İçinde sana verilen büyük bir sevgi var; biliyorum ki kardeşinle çok cömert şekilde paylaşacaksın o sevgiyi… Nefis bir abla olacaksın…

Tek mucizeli çok güzel bir yolculuktu; şimdi iki mucizeyle birlikte daha da güzel olacak…

(30 Eylül 2014 / 01.08 / Loş bir hastane odası)

20. Hafta Yazısı

Aşaıdaki yazı da aslında 2 Ağustos tarihli. Bir genel güncelleme olarak yazmışım, bir kenara koymuşum. Şimdi geriye doğru gidip bakınca iki aydan fazla olmuş yazılalı ama yaşadıklarımızı da fena özetlememiş… Bir yandan da şimdi artık yazmaya başlamışken yazmam gereken yazıları listelemiş kendi yazım bana…

* * *

24 Mart 2014’te yazdığım (ama babaolmak.com’da yayımlamadığım) bir yazıyı açtım az önce önüme. babaolmak.com’da değil de başka bir dergide yazmak için yazılmıştı. bir takım aksaklıklardan kenarda kaldı. 4,5 ay olmuş yazalı beri. Yaklaşık 20 hafta. O zamandan bu yana baktığımda neler olmuş diye; oldukça zorlu virajlar geçmiş.

O zaman dokuz haftalık hamileymiş DenizTan; şimdi 28 haftalık hamile. O sırada 10 hafta bariyeri varmış önümüzde. Şimdiki bariyer 28-30 hafta bariyeri. Bir erken doğum durumunda sorun yaşamama sınırı 28-30’larda çünkü. 10 Hafta bariyeri ise kürtaj için bir sınırdı. Anlamışsınızdır; o sınır çok çabuk aşıldı.

Aradaki 20 haftada tabii ki pek çok şey oldu. Bunların kuşkusuz ki en önemlisi Z’nin bilgilendirme süreciydi. Öncelikle Deniz ile ilişkimizden sonrasında da bir kardeşi olacağından haberdar edilmeliydi Z. ve bir psikologdan da yardım alarak annesiyle birlikte bu süreçte uzun bir yol alındı. Z artık bir kardeşi olacağını biliyor ve çok büyük bir heyecanla bekliyor da. Aslına bakılırsa bu süreç başlı başına bir yazı konusu.

Bu arada Z’nin annesiyle 3,5 yıldır yapmaya gerek görmediğimiz bir formaliteyi de hallettik; resmi olarak boşandık. Elbette ki bu da apayrı bir yazı konusu olur. Bu konu ve memleketin hukuk sistemi ile ilgili hazmedemediklerimi bir ara hazmettiğimde; sakin bir şekilde klavye başında yazabilir olduğumda yazsam; ne güzel olur aslında.

Bunların yanı sıra pek çok başka karar da alındı; aynı evde oturup oturmamaktan tutun da bebek arabasına kadar. Z anne karnındayken AppStore diye bir şey yokken şimdi hangi hamilelik uygulamalarının daha iyi olduğuna karar vermeye çalışmak gibi minimal konular var dedim ya; her bir konu başka başka yazılar konusu.

Tabii ki tüm bu sürecin bana göre üç önemli miladından ikisi de geride kaldı. Cinsiyet ve detaylı ultrason. Her ikisi de gayet olumlu sonuçlarla geride kaldı üstelik de. Evet, bebeğimizin bir cinsiyeti var gerçekten de ve detaylı ultrason sonuçları da gayet olumlu…

Tatsız bir şeyler yok mu? O da var: Hamilelik şekeri diye bir şey varmış; en azından ben, bunu öğrendim; glükoz yüklemeleri, şeker testleri filan gibi şeylerle tanıştım. Erken doğum riski de bunlarla birlikte tanıştığım bir diğer gerçek oldu. Yavrunun sorun yaşamadan yaşaması için en azından 30 haftalık olmadan doğmaması gerektiğini; 28 haftadan sonra hayatta kalabilceğini ama en azından 30-32’leri görmek gerektiğini öğrendim. (Hiç bilmeyenler için sürecin toplamı yaklaşık 40 hafta bu arada)

Tatsız değil ama daha önce pek yaşamadığım hormonal iniş çıkışlar ve bu iniş çıkışlardan kaynaklı gözyaşları var bir de. Sonunda da hepsinin bir termini bir günü var. Elbette ki doğumla birlikte başka iniş çıkışlar ve zorluklar da bekliyor bizi ama hepsi de aşılan şeyler. Üstelik doğum ve doğum sonrası konusunda en azından birimiz tecrübeliyiz de.

Neyse. Bu da böyle bir yazı oldu; tarihe bir not düşülmüş olsun diye.

Baştan Baba Olmak

Aşağıdaki yazıyı 24 Mart 2014’te yazmışım. İkinci defa baba olmakla ilgili yazdığım ilk yazı denebilir. Kendime ya da birine değil de bir dergide yayımlanmak için yazmıştım, olabilemedi teknik sorunlardan, bir süre sonra da zamanı geldiğinde babaolmak.com’da yayınlarım diye saklamıştım. Şimdi sanırım tam zamanı. 6,5 ay sonraya ışınlanmış gibiyim okuyunca da 6,5 ay önceye ışınlanmış gibi oluyorum galiba.

Baştan Baba Olmak

Neresinden başlayayım bilmiyorum ki. Yazasım var. Ama nereye bilemiyorum. Ve kime. Kendime mi, herkese mi yoksa sadece o’na mı? Üstelik üzerimde bir baskı da var. Çünkü daha önce yapılmışı, yazılmışı var. Üstelik de çok güzel anlatanların, çok güzel yazanların yazdıkları var. Hatta öyle ya; benim de yazdıklarım var. Kaygı var. İlki gibi olur mu diye inim inim inleyen bir kaygı var bir yerlerde üstelik yalnız da değil; pek çok başka kaygıyla birlikte. Öyle ki tüm hepsi bir olunca bazen ben, kendimi duyamaz oluyorum.

Başa alalım. Bir yerden başlayalım. Burada yazmayı kendim istedim. Aslında yazacaklarımın ya da aklımdakileri aktaracağım şeyin bir teslim tarihi olması hep çok can sıkıcı. Öyle ki kimse karışmasa her gün bir şeyler yazabilecekken işin içine bir teslim tarihi girince; bu tarihi kendi kendime ben koymuş olsam bile işin tadı kaçıyor. Ya da bazen aklımdakileri aktarmayı çok geciktirince, yazılar kafamda bir iki tur yazılıp da istediğim hale geldiğinde; kağıda aktaramadığımda yine iş tatsızlaşıyor. Ben o yazıyı kafamda yazıp bitirmiş oluyorum. Keşke düşündüklerin kayıt altına alınıp da çıktısı alınabiliyor olsa.

Ben bir babayım. Yazmayı seven ama vakit bulamayan bir baba. Yazamadıkça daha da yazamaz olan bir babayım. Bu aralar işler biraz karışık benim için. Çözülemez karışıklıkta değil elbet. Ama çözülmesi vakit olacak karışıklıkta. Zaten beni bu sefer yazmaya iten de bu. Bu karışıklığın çözüm aşamalarını hakkını vererek yazmak lazım bu sefer. (Evet, son yıllarda değişiklik karışıklıklar geçirdim, hep istesem de istediğim gibi yazmayı beceremedim) Bu sefer yazmak istiyorum çünkü sadece karışıklık olduğu için değil, tüm bu süreç pek çok heyecana gebe olduğu için de yazmak, kayıt altına almak lazım. Daha önce de yaptığım gibi, tadını çıkarmak için yazmam lazım.

Sadece tadını çıkarmak için değil; baş etmek için de yazmak lazım. Rahatlamak için, eğlenebilmek hatta biraz ileri gidip dalga geçebilmek için yazmak lazım. Belki de kimse okumayacakmış gibi rahat olabilmek lazım. Önünde sonunda; evet, yazmak lazım.

Karikatür açıklama adamları gibi ne çok açıklama yazdım değil mi? Üstelik pek çoğu da okuyanı değil yazanı hedef alıyor. Bakıyorum da 2190 vuruş olmuş, yazıya girişememişim Öyle ya tam yazıya girişeceğim ve yerim bitecek.

Ben bir babayım. Her baba gibi dünyanın en güzel çocuğuna sahibim. Mümkün olsaydı banka formlarının meslek hanesine “baba” yazacak kadar mutluyum çocuğumun babası olmaktan. Onu koyduğum yer ise öyle yüksek ki yetişmek için bazen tabureye çıkmak zorunda kaldığım doğrudur. Son üç yıldır çocuğumun annesinden ayrı yaşayan bir babayım, bir ev arkadaşım var, her gün işe değil ilkokula gidiyor.

Bense her gün okula değil işe gidiyorum ve son bir aydır her gün aynı şeyi düşünmekle meşgulüm: Sahip olduğum çocuk sayısı -üstelik özel bir planlama yapmadan- yüzde yüz oranında artacak bu yıl. Kız arkadaşım dokuz haftalık hamile. Tam yedi ay sonra iki çocuk babası oluyorum. Aslında şu anda da iki çocuk babasıyım. Biri dışarda, diğeri içerde. Biri 25 kilo civarında diğeri ise şu an bir erik boyutunda.

Yazının burasında şöyle bir kendimi yokladığımda yazacak ne çok şeyim olduğunu gördüm bir kere daha. Öte yandan da aslında yazının en heyecanlı yerini çoktan yazdığımı… Bir ilk yazı için galiba çok diyecek bir şeyim kalmadı. Daha ne diyeyim ki… Haftanın yarısını çocuğumla diğer yarısını da bir başıma yaşamaktan son derece memnunken, yalnızlığımın bir miktarını kız arkadaşımla, birazcığını da kendimle doldurmaktan çok mutluyken… Bir daha evlenmek ve çocuk yapmak konusunda boyumdan büyük laflar ederken içimden…

Şu anda hafta sayıyorum. Daha önceki doğum tecrübesinde iPhone diye bir şey yokken, AppStore diye bir mağazanın sadece hayali kurulurken ve sadece kitaplardan ve tek tük internet sitelerinden gebelik takvimleri takip edilirken şimdi artık onlarca uygulama arasından seçim yapmaya çalışıyorum. Yıllar öncesinde kalıp bir kısmını hiç hatırlamadığım hamilelik bilgilerin hatırlamaya çalışıyorum. Ve daha önce olduğu gibi aylık doktor kontrollerini değil, sonbahardaki o günü iple çekiyorum.

Bir yandan da anlık panikler yaşıyorum. Öyle ya, daha eski eşimden resmi olarak boşanmış bile değilim. Bir yandan avukat, dilekçe, mahkeme o işlerle uğraşıyorum. Bir yandan evlenmeden ve hatta aynı evde bile yaşamadan bir çocuk nasıl yapılır; yapılır mı, onu anlamaya çalışıyorum. Ah; kendi anne babam daha kız arkadaşımla tanışmıyorlar bile. Öte yandan halihazırda elimde yapılmışı var bir tane onu nasıl hazır etmek lazım bu konuya onu düşünürken bir yandan da günlük rutin hayatı sürdürmeye çalışıyorum. 2014’ün ilk aylarının gündemi malum. Düşünmekten kafam patlamasın diye de bazen hiç düşünmemeyi deniyorum. Öyle zamanlarda kendimi bıraktığım tek yer de aynı yer aslında, baba olduğum yer; çocuğumun dizinin dibine sığınıyorum. Sadece o ve ben oluyoruz.

Neresinden başlayacağımı biliyorum. Yazasım var. Ve yazıyorum. Nereye mi yazıyorum? Bulduğum her yere. Kağıtlara, eskiden alınmış yeni bir deftere. Bloglara, bu yazıyı okuduğunuz yere. Kendime mi, herkese, mevcut bir numaraya ve yolda olan ikinciye. Üzerimdeki baskı kadar da heyecan ve sevinç var. Çünkü daha önce yapılmışı, yazılmışı var. Ben yaptım, ben yazdım. Hem de takdire şayan şekilde. Kaygı kadar güven de var. İçimdeki hisler var, iyi hissettiren güzel hisler. Herkes için iyi ve güzel olacağına dair hisler. Öyle ki tüm hepsi bir olunca bazen ben öyle güçlü oluyorum ki; bu ne ki, daha sayfalar yazarım, günler geceler boyu, yazarım.

24 Mart 2014 – İstanbul

Yeniden Başlamak

Haftalar, aylardır yazmıyorum Babaolmak.com’a. Ama bu hiç yazmadığım anlamı gelmesin. Yazıyorum bir şeyler. Bir kısmını birilerine özel, bir kısmını ise zamanı geldiğinde yayımlamak üzere.

Zamanı geldi.

Yeniden baba oldum. Bu sefer bir öncekinden biraz daha farklı (tamam itiraf ediyorum, çok farklı) bir şekilde geçirdim bekleme süresini. Bangır bangır bağırmadım. Bloglar açmadım; sosyal medyada neredeye hiç bahsetmedim. Yakın çevrem; arkadaşlarım, pek çok kişi bilse de; blogum bilmedi.

Belki sadece sürpriz olsun istedim ve doğumla birlikte başlayayım yazmaya (ya da daha doğrusu yayımlamaya), belki daha önce yapılmışın aynısını yapmak istemedim; ki son yedi yıldır da pek çok baba blogu açıldı. Kendi yaptığım başta olmak üzere; yapılmışların yeni bir benzeri olsun istemedim. Belki de koşturmaktan zamanım olmadı. Yazacak dinginliği bulamadım. Belki de sadece hazır değildim; hazır olmam da, yeniden baba olmakla barış’mam da zaman istiyordu.

Zamanı geldi.

Ben, yine baba oldum. Zaten babaydım, bir kere daha oldum; fıstık bir kızım vardı, şimdi bir de oğlum oldu. “Oğlum!!!” Daha üç gün bile olmadı bir Barış’ım olalı. Ekim ayı, 3 kilo 260 gram minnak bir oğlan getirdi bize; güzel mi güzel bir oğlan.

Yazacak o kadar çok şey var ki. Hatırlayacak, yapacak, baştan öğrenecek, baştan araştıracak, bildiklerini unutacak, yeniden öğrenecek o kadar çok şey var ki.

İki çocuk babasıyım ben artık. Yazacak çok şeyim var.

Zamanı geldi.

Older posts Newer posts

© 2024 Baba Olmak

Theme by Anders NorenUp ↑