Author: Özgür (page 39 of 130)

2 (17,18,19 Nisan 2011)

Merhaba;Gündüz ofiste Z. de olunca mail yazmak geceye kaldı…

17’si Pazar sinemada dondurma yedi; dondurma yediği için arada mısır almayınca yan koltuktaki kızın mısırına dadandı. Önce medeni bir şekilde tanıştı. Tüm ikinci yarı kızın mısırını birlikte yediler.

Akşam da ciddi bir yemek yemedik. Ceviz, fındık, yaban mersini ve yeşil elma + yarım bardak süt’ten oluşan kombo yetti ona. Birlikte aldığınız yoğurtardan da açtı ama yemedi. Sabah yemesi sözüyle dolaba kaldırıldı.

Hiç sorunsuz dişlerini fırçaladı, kolayca yatağa gittik. Bir şekilde yukarı yatmıyor. Hatta ne kadar farkında bilmiyorum ama bilinçaltı söyletiyor olabilir: Bazen A. üstte yatar ben altta; bazen de değişiklik yaparız ben altta yatarım A. üstte yatar” diyor. Bu konuyu A’nın bizde kalması çözecek görünüşe göre. :) Yine birlikte altta yattık. 2 masaldan sonra uykuya dalamayınca “ben annemin evine gitmek istiyorum” diye mızırdandı. 3-4 dakikada sakinleşti; 21.30’da yatmış olsak da 22.38’de uyudu. 23.30 gibi çiş için uyandı; yatmadan hemen önce iki kere yapmıştı oysa. Bir sonraki uyanışı 6.30’da yanıma gelmek için oldu.

Okula sorunsuz gitti; hatta benden önce hazırdı. Şarkı söyleyerek çıktı evden. Yoğurdu yine yemedi. Sabah da hiç itirazsız dişlerini fırçaladı, “Z. dişlerini hiç fırçalamadı diyerek annemi kandıralım olur mu” diye de plan yaptı.

Pazartesi akşamı katakulliyle gaza gelip yoğurdunu yedi okul dönüşü. (Okulda hiç çalışma yapmadığından sadece sallandığından bahsetti bu arada) Akşam yemeği menüsü: Ispanak; teriyaki soslu tavuk ve yeşil-turuncu salata ile süzme yoğuttu. Hepsinden yemeye hevesli olsa da bol yoğurtlu ıspanağını büyük iştahla yedi; tavuğu geri çevirdi. Oldukça fazla salata yediği gibi “susuz yoğurt”tan da 3-4 çatal yedi. Hoşuna da gitti. M. ve B. gelince devam etmedi. “Ispanağı çok koymuşsun, bana sormadan koydun, napalım” dedi. Haklıydı.

B.’nin getirdiği Edirne kurabiyelerinden yemeyi ihmal etmedi. M.’nin önerisiyle birlikte yatmaya gittiler, 21.15 gibi kolaylıkla uyudu.

Sabah 6 gibi yanıma geldi. Saatim 7.00 ve 7.30’a kuruluydu. Kalksam da baktım onun kalkmaya niyeti yok az daha yatalım derken 8:30’da uyandık ancak. Seni ben götüreyim okula deyince “hayır servisle gitmek istiyorum” inadı yaptı. Benle işe gelmeye de zor ikna oldu. En ufak fikir ayrılığında artık otomatikman “Bir daha senin evinde kalmayacağım” moduna geçiyor. İşe yaramadığını görünce hemen vazgeçiyor ama yine de her çatışmada şansını bir kere deniyor. (Sen de gördün akşam üstü) “aptal” ve “pipi”yi ağır küfürler olarak bellemiş; yine her türlü anlaşmazlıkta “aptal baba” “pipi baba” “dediğimi yapacaksın pipi baba” moduna giriyor. Sabah benle birlikte bir bütün haşlanmış yumurta yedi. İşe giderken de bir küçük muz.
Ofise kadar çok keyifle gelmesine rağmen; bir anda baş gösteren utanma kriziyle içeri girmedi. Hatta geri dönmeye kalktı. Ancak kucağımda ve yüzü kapalı üst kata çıkarabildim. S’yi görünce açıldı. 2 saatte ancak alt kata inebilir oldu.
Öğlen bizim ordaki esnaf lokantasında bol şehriyeli ve tavuk parçacıklı tavuk suyu çorba içti bol limon sıkarak ve inanılmaz iştahla yedi. Dibini sıyırmadan vermedi tabağı. Üstüne de piknik köfte ve pirinç pilavı yedi. Köfteyi bir ısırıktan sonra bana ittirdi. (Yol yakınken vejeteryan mı yetiştirsek, sen ne dersin?) Ofise dönerken kağıt helva aldık. Ofistekilerle paylaştı. Sonrasında alt kattakilerle kanka oldu. Editörlerden biri animasyon filmleri dosyası hazırlıyordu onunla birlikte animasyon karakterlerine filan baktılar. Sonra film seyretmek istediğinde ona film de buldular. (Mogli diye ikna etmişti kızları) Ancak monitörde izlemem televizyon isterim dediği için plan suya düştü. Pek hevesli değildi ofisten ayrılmaya; bağıra bağıra şarkı söyleyerek takılıyordu ofiste.

Öğleden sonra erken çıktık berbere gittik yolda 30 dakika kadar uyudu. Berberin orda inerken uyandı, utangaçlık krizi nüksetti; 15 dakika sonra berberle arası düzelmişti. Berbere, saçlarını kestirmek istemediğini; annesinin istediğini ama kestirmeyeceğini anlattı. Babasının da istemediğini de ekledi. Ayrıca babasının da saçlarının kesilmesini istemediğini iletti.

Sonra ev; biraz salıncak; annesini beklerken çıtır elma kurusu ve bir iki kitap.

1 ( 13,14,15 Nisan 2011)

13’u aksami anneannede yemek yedik, yolda uyudu, gece vukuatsiz gecti. 6.30 gibi uyandi, birlikte cisten sonra yanimda uyudu. 7.30 gibi kalktik. Aksamustunden icine dert olan sutlacin yarisini sabah yedi.

14’u aksami eve gelince kalan yarim sutlacla bir adet minik yerli muz yedi. (okulda ustune biraz su dokulmus, daha sonra da bir ara cis kacirmis, son iki gunde iki yani) Film aksami planimiz vardi, orijinal Guzel ve Cirkin’i seyrettik. Yarisinda yemek yedik. Pilav, bol yogurt,
tadimlik olacak ufaklikta bir tavuk parcasi ve bolca kivircik-roka salata yedi.

Odasinda oyun, ustune filmi bitirdik, disler sorunsuz fircalandi, masal okundu. Kendi yataginda masaldan sonra “ben yarin da burada kalacagim” demesinin uzerine, yarin anneyle kalacaksin deyince uykusuzluk arizasina gecip, bu gece annemle kalicam diyerek 2-3 dakika aglandi. Yataktan inip alt kata geldi. Bir masal daha anlatirken altta yatmaya ikna oldu “degisiklik olsun” dedi.

Masaldan sonra 21.15 gibi uyudu. 05.40 cis yapmis olarak uyandi; yanima gecti. 7:45 gibi kalktik. Yarim kucuk muz yedi servise giderken.

Gri elbise, kirmizi kulotlu corap, bej palto ve kislik ayakkabi kombini var. (aksam servisten alirken annesi tanıyamazsa diye ekledim bu notu)

Keyifli cumalar.

Nedir Şu “Baba Olmak”?

Sabiha Paktuna Keskin ile geçen sene bir fotoğraf sergisinde tanışmış ve çok kısa bir süre sohbet etme imkanı bulmuştum. Aslında Çocuk Kitapçıcı: Kipitap.com adına, “çocuk ve kitap” konusu hakkında kendisiyle deha detaylı konuşmak istediğimizi iletmiş ama bu sırada Babaolmak.com’dan da bahsetmiştim.
Continue reading

Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey

Bu kadar ara vermezden önce, daha doğrusu verdiğim ara daha kabul edilebilir boyutlardayken (Ocak başı diyelim) (Farklı bir şey çağrıştırdı sürekli aç bünyemde) yılın ilk yazısı olarak kafamda kurguladığım bir kitap tanıtımıydı. (Evet, 2011 planlarımdan biri daha çok kitap tanıtmak, daha doğrusu her şeyden önce daha çok kitap okumak, bazılarını da yazmak) (Ah, daha ne planlarım var aslında)

2011’in ilk kitabı beni yeni bir yazarla tanıştırdı: Marc Levy. Hatta öyle bir tanışma oldu ki, bahsedeceğim kitabını okuduktan sonra hemen tüm kitaplarını alıp ilk kitabından itibaren okumaya başladım. (Nasıl bir okuma açlığıyla kitap okumaya sarıldığımı anlatmayacağım) Kısa sürede 3-4 kitabını bitirip roman okumaya ara verip daha teknik bir kaç kitap soktum araya (onlara da gelecek sıra) Ancak o ilk kitabın yeri çok özel oldu. Cumartesi başladığım kitabı Pazar bitirişim bir yana; kitap okuyup da ağlayan bir herif değilken (hiç hem de) kitabı bitirip hüngür hüngür ağlayışım, kendime gelmek için geceyarısı yürüyüşe çıkışım bir yana; arkasından hemen kızıma bir mektup yazışım başka bir yana…

Evet kitap, bir baba ile kızı hakkındaydı: “Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey” (All Those Things We Never Said (En bi’ orijinal adı: Toutes ces choses qu’on ne s’est pas dites) (2008)

Kitabın arka kapağından azcık alıntılamak gerekirse:

Düğününden birkaç gün önce, Julia babasının sekreterinden bir telefon alır. Önemli bir iş adamı olan babası Anthony Walsh törene katılamayacaktır. Her zaman mesafeli ve sorunlu bir ilişkileri olduğundan, Julia bu habere pek de şaşırmaz, ancak bu kez babasının mazereti haklıdır: Anthony Walsh ölmüştür.

Aslında arka kapakta daha pek çok şey yazıyor ama detaya girmeyeyim. Tek söyleyebileceğim, anne ya da baba her ebeveynin mutlaka (ama bak mutlaka) okuması gerek diye düşünüyorum. Aslında bununla kalmayıp, her çocuğun da okuması gerektiğini düşünüyor ve buradan Marc Levy’e atlıyorum…

Çok komik şekilde, yazarın kitaplarını Türkiye’de yayımlamakta olan Can Yayınları’nın sitesindeki biyografi abinin 1963 doğumlu olduğunu iddia etse de aslında Marc Levy 1961 doğumlu. Gençliğinde Fransız Kızıl Haçında çalışıyor, bir yandan işletme ve bilgisayar eğitimi alıyor. Sonra bilgisayar grafikleri üzerine bir şirket kurup uzun süre o işi yapıyor derken şirketin kontrolünü kaybedip ayrılmak zorunda kalıyor. (Yaş 29) Sıfırdan başlıyor. Bu sefer bir iç mimari ofisi kuruyor. Ortakları mimar olsa gerek, firma şu anda Fransa’nın en bilinen mimarlık ofislerinden biri haline gelmiş. Bunlardan bize ne dersek, Marc Levy, 37 yaşında oğluna, daha doğrusu oğlunun büyüyünce olacağını düşüdüğü kişiye bir kitap yazıyor: “Keşke Gerçek Olsa” kitap hiç yayınevi sıkıntısı çekmediği gibi daha basılıp piyasaya çıkmadan Dreamworks tarafından film hakları da satın alınıyor: “Keşke Gerçek Olsa” Şu da DVD’sinin linki, onu da vereyim tam olsun…

Şu anda abinin bir takım kitaplarını okumuş bir kişi olarak ahkam kesebileceğim konu, kendisinin kitaplarında “ana-baba olma” “ebeveynlik” gibi tamalara yoğunlaştığı, bu konularla ilgili çok kafa yormuş olduğu ve bunun çıktılarının da kitaplarına ve karakterlerine fazlaca yansıdığı. Kendisi de baba olduğundan ve muhtemelen diğer yaptığı işler gibi muhtemelen bu alanda da oldukça başarılı olduğundan bunun yansımalarına okuduğunuz satırlarda şahit oluyorsunuz.

Tekrar ısrarla önereyim; hemen şu linke tıklayıp kitabı alabilirsiniz. Bu vesileyle bu kitabı bana öneren anneme ve ona öneren kardeşime de teşekkürü bir borç bilirim. (Annemin kitabı ana verirken kaşka göz arasında bazı sayfaları, satırları işaretleyivermiş olması gibi büyük bir ustalığı da olmuştu belirtmeden geçmeyeyim…) Çok uzattım biliyorum. Okuyun işte yahu…

Hani Bazen Bilirsin Doğru Zamanı

Çok uzun oldu biliyorum. Sanırım ilk kez bu kadar uzun oldu. Düşünüyorum da; 2011’in ilk Babaolmak.com yazısı bu. Çok olmuş.

Tüm bu “yokluk” boyunca arayan soran, mesaj yollayan, Facebook ve Twitter’dan soran herkese çok teşekkür ederim. “Kötü bir şey yok değil mi?” sorusuna cevabım: “Yok, merak etmeyin…” Elimde olmayan değil, elimde olan sebeplerden bir süre ara vermiştim. İster yoğunluk, ister isteksizlik ya da sakınmak deyin… (Yazmaya oturunca neler dökülüvereceği belli olmuyor her zaman…) (“Yayınla” butonunun tek basışta yayınlayıvermesi tüm yazdıklarını, sakınmayı gerektiriyor bazen…) (Allahtan kağıt, kalem, defter tamamen yok olmamış hayatlarımızdan… ) (Ve parantezlerin hala bu kadar el altında olması ne büyük lüks)

Bu büyük ara için özür dilerim. (Niyeyse) Ama bilin ki çok şey biriktirdim bu arada. Linkler, yazılar, ürünler, tavsiyeler, fotograflar, etkinlikler, gezi güzergahları, güzel bloglar, daha da güzel insanlar. Çok ama çok daha düzenli bir şekilde yazacağım. Hatta bakınız başladım bile.

Bu yazıyı 1 Nisan’da yazmaya başlayacakken hiç hesapta yokken bir değil iki operasyon sebebiyle o günü (evet şaka gibi) hastanede geçirdim. (Yazamamak fıtık etmiş beni ; ) Geç olsun da güç olmasın. Hem de Z. bu gece vakitlice ve üstelik kendi kendine uyuyarak kapıyı da açmış oldu babasına.

Artık yazma vakti… Hadi bakalım: Bir kez daha “Merhaba!”

Older posts Newer posts

© 2024 Baba Olmak

Theme by Anders NorenUp ↑