Category: Kişisel (page 15 of 38)

Ufak Bir Hafta Sonu Kaçamağı

Miniğim;
Bu hafta sonu seni satıp annenle başbaşa vakit geçirdik… Doğumundan beri ilk kez… Sen bunu gerçekten büyük bir anlayışla karşıladın; böylece hafta sonu hepimiz çok güzel vakit geçirdik.

En başa dönelim…
Yaklaşık bir hafta önceden bu hafta sonu seni teyzene bırakıp tatile gideceğimizi sana söylemeye başladık. Son zamanlarda çok yorulduğumuzu, başbaşa kalıp dinlenmek istediğimizi anlattığımızda sana “tamam” dedin. Hafta sonunu teyzenle birlikte geçirmeye de aynı şekilde “tamam” dedin…

23 Nisan’ı birlikte geçirdik… Gezdik, tozduk, atlı karıncaya ve dönen salıncağa bindin, yeni ayakkabıların ve kocaman bir balonun oldu, yorucu bir günden sonra bir güzel uyudun. Cumartesi sabahı biz kampa gitmek için toparlanırken bir ara “hani beni de götürecektiniz” diye bir ufak deneme yaptın ama uzatmadın. Zaten teyzen bize geldi. Biz de sen çok fazla gerilme diye çok fazla oyalanmadık ve bir an önce dışarıya çıktık. Aklımız biraz sende kalsa da bu sefer çok üzerinde durmadık. Nerdeyse aylardır beklediğimiz bir fırsattı bu ve turuncuya atladığımız gibi Sile-Ağva’nın yoluna attık kendimizi.
Continue reading

Erik Yıkarken Baba Olmak

Geçtiğimiz günlerden birinde eve mevsimin ilk eriğinin alınmasıyla birlikte bir şeyi bir kere daha fark ettim: Baba Olmak!

Z; pazardan gelmiş erikleri heyecan içinde beklerken mutfakta erikleri yıkarken içimden şu cümleyi kurdum farkında olmadan:
Continue reading

İki Anekdot – Bölüm 2

Bu anlatacağım hikayecik bir önceki anekdotun arkasından gerçekleşiyor; oldukça düşündürücü de bir olay. Her aklıma geldiğinde çok eğlenmekle beraber üzülüyorum da, biraz da hep birlikte ders çıkarmak adına atlamadan yazmak istememin sebebi bu…

O pazar akşamı Z., annesinin kucağında uyur halde eve çıkarken ben de sitenin otoparkında yer bulamayıp site dışına park ettim arabayı. Bir çok çanta, torbalar, ceketler, fotoğraf makinesi, Z’nin oyuncakları derken ellerim kollarım her zamanki gibi doldu. Üstüne inat edip Z’nin bagajdaki bisikletini de bir şekilde yüklendim…

Bisiklet önemli. Z’den 6 ay büyük kankası Ada’nın bisikleti artık ona ufak geldiğinden kendisine el koyduk. Cumartesi el koyuşumuzun ardından çok fazla binmeye fırsat bulunamadığından Pazar günü arabanın bagajına aldık ki bir park mark yürüyüş durumu olursa Z. de bisiklete binsin. Ama mümkün olmadı. Bu sebeple, Pazartesi bisikleti aklına geldiğinde sitenin dışında arabayı aramasınlar diye bisikleti sitenin içine sokup diğer çocukların bisikletlerinin bulunduğu bisiklet parkının yanına bıraktım.

Ertesi sabah ben motorla, servisi kaçıran anne de arabayla işe gittik. Gün içinde bir telefon konuşmasında annemiz bisikleti hala bagajda sandığından Mine Teyzemize ve hatta Z’ye telefonda akşam bisikletle birlikte dışarı çıkma sözünü iletmiş. Benim bu durumdan haberimin olmasının sebebi akşam başbaşa sinemaya gitmek için eşimi ayartmaya çalışmam. “Z’ye bisiklet sözüm var” deyince durum ortaya çıktı…

Bunda ne var diyeceksiniz… Bisikletin nerede olduğunun aydınlatılması maalesef akşamüstünü buluyor. Öğle saatlerinde Mine Teyze’siyle çocuk parkına gitmek için dışarı çıkan Z. bisikletini görüyor ve binmek için uğraşıyor. Hatta sonunda tutturuyor. Bisikleti arabada sanan Mine’nin ise Z’yi, onun başkasının bisikleti olduğuna ikna edebilmek için çok uğraşması gerekiyor. Z., ne yapıp etse de Mine’yi ikna edemiyor; muhtemelen kendisi de ikna olmamakla beraber (ki niye olsun) boyun eğmek zorunda kalıyor… Ve söylene söylene, arkasına baka baka bisikleti bırakıp parka gidiyor.

Bunları telefonda öğrenince sahne birebir gözümüzün önünde canlandı. Aslında Z. doğruyu söylüyordu ama ne yazık ki sadece 2,5 yaşındaydı. Başka zamanlar bisiklet parkındaki başka bisikletlere ve scooter’lara da sulandığından ve tabii ki bisikleti arabada sanıldığından ciddiye alınmamıştı…

Ve belki de hepimiz için bu hikayeden dersler çıkabilir değil mi?

(Durum açığa çıkar çıkmaz eve telefon edildi; herkes Z’den özrünü diledi, gönlünü aldı… :)

İki Anekdot – Bölüm 1

Ne zamandır Z’nin anekdotlarına yer vermiyormuşum. Son günlerdeki iki anekdotu yazmazsam olmaz… Ama biraz uzun olabilir düşüncesiyle iki parçada yazacağım…
Tarih geçtiğimiz Pazar; sabahın erken saatlerinden akşama kadar sokaklardaydık. (Güne Bayrampaşa’daki büyük akvaryum Turkuazoo‘yu gezerek başladık ama bu konuya ayrı bir yazı ayırmak lazım) Arkasından yaptığımız bir misafirlik ve akşam 20.30 sularında arabaya bindiğimizde öğlen çok kısa uyuyabilen Z’nin pili bitmiş; uyumak için tek bir şeye ihtiyacı kalmıştı: Süt
Ve diyalog başladı:
Z: Annecim süt var mı arabada?
A: Yok tatlım…
Z: Başka bir şey var mı peki içecek?
A: İçecek hiçbir şey yok birtanem…
Z: Peki yiyecek hiçbir şeyimiz var mı arabada?
A: Yok annecim, ama bir yer görürsek süt alabileceğimiz baba duracak, hemen inip alırız
Z: Ama ben süt içmek istiyorum…
Trafik açok olduğundan Bahçelievler’den Kozyatağı’na ulaşmamız çok çabuk oldu, sütünü içemeyen Z, çok sorun çıkartmadı ama uyumadı da… İçerenköy Carrefour’a kısa süreliğine uğramamız gerektiğinden süt ikmalini Starbucks’tan yapalım dedik. 10 dakikalık Carrefour ziyaretinin çıkışında Z’nin elinde küçük bir bardak süt vardı fakat maalesef süt çok sıcak olmasa da Z’nin alışık olduğu ılıklıktan biraz daha sıcaktı…
Baba, otoparkta sütğn kapağını açıp uzun süre üfleyip sütü Z’ye geri verip yola çıktıklarında Z. sütten hala memnun değildi ve uykusuzluğun da etkisiyle gittikçe arıza çıkarmaya doğru yaklaşıyordu.
Uyumadan ve arıza moduna geçtiği haliyle eve varırsak uyutabilmek için 1 saatten fazla uğraşacağımızın bilincinde (hain) ana-baba hızla çözüm aramaya giriştik ve aklıma bagajdaki küçük su şişeleri geldi. Fısıldaşarak sütün içine soğuk su ekleyerek sorunu halledebileceğimiz konusunda hemfikir olduk ve hemen araba kenara çekildi; anne sütü kapıp bagaja koştu…
Z: Annem nasıl soğutacak sütümü?
B: Tatlım dışarısı soğuk ya, anne de dışarda sütü hem üfleyecek hem de hava soğuk olduğu için hemen soğuyacak süt.
Bir an sessizlik…
Z: Ama bagajda sular var, süte su koysun anne, hemen soğur o zaman
Bu sırada anne dışarda büyük bir aceleyle gizlilik içinde sütün birazını döküp içine su eklemeye çalışıyor hatta gizlilik içinde yapabilmek adına arabadan biraz uzaklaştıktan sonra yapıyor bunu…
Z: Bagajdaki sulardan koysun diyorum o zaman soğur…
B: Anne hallediyor bir tanem, sen merak etme…
Z. Artık çığırından çıkmak üzere: Su koysun diyorum içineee suuuu….
B. ister istemez kabul ederek: Tamam Z.cim anne su koyuyor zaten içine
Z. Anneye bağırarak: Annneeeee… Su koy sütümün içine su kooooy…
B: Z.cim bağırma anne uzakta, duyamaz, şimdi gelecek yanımıza
Bu konuşmanın hemen ardından tüm bu diyalogtan habersiz anne tüm operasyonu gizlilik içinde tamamlamış olmanın haklı gururuyla arabaya binip Z’nin sütünü uzatır…
B: Nasıl olmuş sütün Z.?
Z.: Çok güzel olmuş…
Sonuç mu? Eve sadece beş dakika kalmıştı ve Z. tam daldığında otoparka girdik, arabanın motorunu durdurmamla birlikte uyandı ve eve çıkmak istemeyip bağrınmaya başladı… “Çok uzağa gidelim” talebiyle birlikte otoparktan çıkıp 15 dakika sitenin cevresinde turalamamız gerekti.

Bir Kaç Diyalog

Ortam: Evin mutfağı, anne ve baba sofrayı hazırlıyor, Z., ortalıkta dolanıyor. Baba, herkese ayrı turşı çıkartıyor… Kendisine acı, anneye normal, Z’ye de çocuk turşusu (evet böyle bir şey var; tuzsuz minik kornişon turşu) Baba, bir ara arkasını döndüğünde Z’nin turşularından birinin eksildiğini görüyor; annenin ağzı oynuyor… Anne ingilizce olarak babaya Z’nin çok fazla turşu yememesi gerektiğini söylüyor. Ardından masaya oturuluyor… Bir iki dakika sonra Z. konuşmaya başlıyor:
Z.: Siz bazen aranızda İngilizce mi konuşuyorsunuz?
(Bir anlık bir sessizlik…)
Baba: Evet birtanem
Z.: Nedeeeen?
(Bir anlık daha sessizlik… Baba dürüstlüğü elden bırakmıyor…)
Baba: Sen anlama diye birtanem.
Z.: Nedeeen? (Gözlerinden hınzırca bir gülümseme geçiyor bu sırada)
Baba: Çünkü senin hakkında konuşuyoruz bir tanem…
(Kısa bir sessizlik daha…)
Z.: Tamam (Ve herkes yemeğe devam eder…)
Bu arada elbette kendisi İngilizce anlamıyor. (Ya da biz öyle sanıyoruz) Anlamadığı her dil, (buna çok hızlı veya aksanlı konuşulan Türkçe de dahil, Z. için İngilizce demek…) onun için “ingilizce”. Hoş, biz öyle sanıyor da olabiliriz, geçenlerde bir gün arkadaşı Ada ile birlikte salonda bağrışırlarken haydi odana gidin dediğimizde büyük bir çoşkuyla, inanılmaz doğru bir tonlamayla “C’mon let’s goooo” diyerek Ada’yı alıp odasına koştu. (Yaşadığım şaşkınlığı anlatamam) (Bazen korkuyorum gerçekten de…) Sonra eşim, bir CD’lerindeki şarkılardan birinin başında geçtiğini söyledi “C’mon let’s goooo”nun ama daha ne o ne ben bu şekilde kullandığını duymamıştık…
* * *
Baba ve kız elele marketten çıkarlar; baba eve gidince yemek hazırlayacağını ve Z’nin de ona yardım edebileceğini söyler:
Z.:Teşekkür ederim
(Baba neden durup dururken teşekkr edildiğini anlamaz)
Baba: Efendim?
Z.:Teşekkür ederim dedim.
Baba: Neden?
Z.: Yemek yaptıracağın için.
(Baba anlamamakta ısrar eder)
Baba: Anlamadım babacım, sana yemek yapacağım için mi teşekkür ettin?
Z.: Hayır, bana da yemek yaptırtacağın için teşekkür ettim.
(Sessizlik)
* * *
Yine bir yatma saati; sultan kendi yatağında, baba karşısındaki ufacık koltukta sekiz kat, Z’nin yatmadan getirip verdiği oyuncak kuzuyu başının altına alır…
Z.: Ben sana o kuzuyu başının altına koy diye mi verdim? Sarıl diye verdim!
Baba: Pardon…
* * *

once-sonra

Ortam: Evin mutfağı, anne ve baba sofrayı hazırlıyor, Z., ortalıkta dolanıyor. Baba, herkese ayrı turşuçıkartıyor… Kendisine acı, anneye normal, Z’ye de çocuk turşusu (evet böyle bir şey var; tuzsuz minik kornişon turşu) Baba, bir ara arkasını döndüğünde Z’nin turşularından birinin eksildiğini görüyor; annenin ağzı oynuyor… Anne ingilizce olarak babaya Z’nin çok fazla turşu yememesi gerektiğini söylüyor. Ardından masaya oturuluyor… Bir iki dakika sonra Z. konuşmaya başlıyor:

Z.: Siz bazen aranızda İngilizce mi konuşuyorsunuz?

(Bir anlık bir sessizlik…)

Baba: Evet birtanem

Z.: Nedeeeen?

(Bir anlık daha sessizlik… Baba dürüstlüğü elden bırakmıyor…)

Baba: Sen anlama diye birtanem.

Z.: Nedeeen? (Gözlerinden hınzırca bir gülümseme geçiyor bu sırada)

Baba: Çünkü senin hakkında konuşuyoruz bir tanem…

(Kısa bir sessizlik daha…)

Z.: Tamam (Ve herkes yemeğe devam eder…)

Bu arada elbette kendisi İngilizce anlamıyor. (Ya da biz öyle sanıyoruz) Anlamadığı her dil, (buna çok hızlı veya aksanlı konuşulan Türkçe de dahil) Z. için İngilizce demek… Hoş, biz öyle sanıyor da olabiliriz, geçenlerde bir gün arkadaşı Ada ile birlikte salonda bağrışırlarken haydi odana gidin dediğimizde büyük bir çoşkuyla, inanılmaz doğru bir tonlamayla “C’mon let’s goooo” diyerek Ada’yı alıp odasına koştu. (Yaşadığım şaşkınlığı anlatamam) (Bazen korkuyorum gerçekten de…) Sonra eşim, CD’lerindeki şarkılardan birinin başında geçtiğini söyledi “C’mon let’s goooo”nun ama o ana kadar ne o ne ben bu şekilde kullandığını duymamıştık…

* * *

Baba ve kız elele marketten çıkarlar; baba eve gidince yemek hazırlayacağını ve Z’nin de ona yardım edebileceğini söyler:

Z.:Teşekkür ederim

(Baba neden durup dururken teşekkür edildiğini anlamaz)

Baba: Efendim?

Z.:Teşekkür ederim dedim.

Baba: Neden?

Z.: Yemek yaptıracağın için.

(Baba anlamamakta ısrar eder)

Baba: Anlamadım babacım, sana yemek yapacağım için mi teşekkür ettin?

Z.: Hayır, bana da yemek yaptırtacağın için teşekkür ettim.

(Sessizlik)

* * *

Yine bir yatma saati; sultan kendi yatağında, baba karşısındaki ufacık koltukta sekiz kat, Z’nin yatmadan getirip verdiği oyuncak kuzuyu başının altına alır…

Z.: Ben sana o kuzuyu başının altına koy diye mi verdim? Sarıl diye verdim!

Baba: Pardon…

Older posts Newer posts

© 2024 Baba Olmak

Theme by Anders NorenUp ↑