Şimdi bahsedeceğim mevzuyu ilk olarak bir iki gün önce gazetede okudum. Habere göre Fransız bir annenin ölmüş oğluna yazdığı ve şişeye koyup denize bıraktığı mektup Londra’lı bir yazar tarafından bulunmuştu ve yazar, mektubun yazarı anneyi aramaya başlamıştı.

2002 yılında isimsiz Fransız kadın bir feribottan bir yığın giysiyle birlikte çiçekler ve söz konusu şişeyi de atmış. Dokunaklı mektubun (ya da belki bana öyle gelmiştir) bir kısmı şöyle:

…Bu mektubu hiçbir rüzgâr, hiçbir fırtına hatta ölüm bile yok edemez…
…Senin yokluğuna o kadar çok kızgın olduğum için beni affet… Sanırım bir hata oldu ve Tanrı’nın bu hatayı düzeltmesini bekliyorum… seni ölümden koruyamadığım için beni affet. Parmaklarımdan kaydığın o korkunç anda söyleyecek kelime bulamadığım için beni affet…
…Benim hayatım oğlumun doğumuyla başladı. Ve ölümüyle bitti. Tanrı bana hayat verdikçe sonuna kadar yaşamaya ve hayatın her anının zenginliğini ve huzurunun tadını çıkarmaya sana söz veriyorum. Zaman geldiğinde birbirimizi bulacağımızı biliyorum.

İşin enteresan yanı, şişeyi bulan Londra’Lı yazar Karen Liebreich, Fransızca mektubu İngilizce’ye çevirtirken çok duygulanıyor ve anneyi bulmayı aklına koyuyor. Bir çok yolu denedikten sonra aslında kendi işini yazıyor ve bir kitap yazıyor: “Letter in the Bottle” (Şişedeki Mektup) Ve bu mektup sayesinde mektubun gerçek yazarı anneye ulaşıyor ve iki kadının dostluğu böylece başlıyor.

Benim gibi bir gazete haberinden yola çıkıp da mevzuyu azcık derinleştirmek isterseniz diye:

Radikal gazetesindeki haber
– Haberin Guardian’daki orijinali
– Yazar Karen Liebreich’in kendi ağzından hikayeyi okumak isterseniz Daily Mail’e tıklayabilirsiniz
– Kitap da burada, Amazon’da: The Letter in the Bottle: A Mother’s Story
Karenliebreich.com, yazarın sitesi…